ABDURRAHMAN GÜNER - 61 ANAYASASI VE TÜRKİYE’DE VESAYETİN KURUMSALLAŞMASI - 27 Mayıs 2025 Salı

ABDURRAHMAN GÜNER - 61 ANAYASASI VE TÜRKİYE’DE VESAYETİN KURUMSALLAŞMASI - 27 Mayıs 2025 Salı

ABDURRAHMAN GÜNER - 61 ANAYASASI VE TÜRKİYE’DE VESAYETİN KURUMSALLAŞMASI - 27 Mayıs 2025 Salı


Türkiye askeri darbeler ülkesidir. Her gelen cunta bir öncekini aratacak kadar kötü bir ülke bırakmıştır geride. Bu vasat hesaba katılmadan Türkiye’nin geçmişi ve geleceği üzerine söylenecek tüm laflar elbet boşa çıkacaktır…

Darbeciliğin Türkiye’deki ağırlığını anlamak için kurucu ideolojinin liderlerinin kim olduğunu düşünmek yeterli. CHP’nin dokuz kişilik kurucular listesindeki 6 isim askerdi. Mustafa Kemal Atatürk, Refet Bele ve Kâzım Özalp kurmay subay rütbesiyle, Süreyya İlmen, Saffet Arıkan ve  Mazhar Müfit Kansu ise subay olarak görev yapmaktaydılar. Merkez idari heyetteki bu asker yoğunluğu CHP ve ideolojisinin kökenleri hakkında da bilgi veriyor. Bu isimler Osmanlı’nın çöküş yıllarında da İttihat Terakki içerisinde aktif sorumluluk almış isimlerdi. İttihat ve Terakki Partisi ise cunta ve komitacılığı öğrenmek için oldukça yetkin bir okuldu.

Hikâyeyi biraz hızlandırmak gerekirse Türkiye’de asker olmak “seçkin” bir sınıfa mensup olmak anlamına gelmektedir. Askerler kendilerine ait lojmanlarda sadece askerlerin ve asker ailelerinin kullanabildiği lokallerde yaşamlarını sürdürürler. Sahil şehirlerinde hala sadece TSK mensuplarına tahsis edilmiş yüzme alanları mevcuttur. TSK’nın üzerine inşa edildiği mantık toplumdan ayrı olmayı ve toplumu ötekileştirmeyi içerisinde barındırıyor. Türkiye’de askerlerin kendilerini “farklı” bir yerde konumlandırmaları oldukça kadim bir mesele aslında…

Mustafa Kemal, 1918’de henüz 37 yaşındayken kaleme aldığı Karlsbad Günlükleri’nde topluma bakış açısını özetlerken kendisini nerede konumlandırdığı hakkında da önemli detaylar veriyor:

“Elime büyük salahiyet ve kudret geçerse, ben sosyal hayatımızda arzu edilen inkılâbı bir anda bir darbe ile tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben, bazıları gibi efkâr-ı avamı, efkârı ulemayı yavaş yavaş alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyorum, böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, ben, bu kadar senelik yüksek tahsil gördükten, medeni hayatı ve toplumu tetkik ettikten ve hürriyet zevkini almak için hayatımı vaktimi tükettikten sonra avam mertebesine ineyim. Onları kendi mertebeme çıkarayım, ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar…”

İşte militarist modernleşme hikâyemizin kısa özeti! Türkiye’de belki bugün dahi askeri okullardan mezun olan bir öğrenci “neden ben onların seviyesine ineyim” cümlesini seve seve sahiplenecektir. Türkiye’de asker olmak devletin kurucu ideolojisinin koruyucusu olmak anlamına geldiği için askerin siyasete müdahalesi Türkiye’nin kuruluş mantığı göz önüne alındığında anomali olarak değerlendirilemez. 28 Şubat darbecilerinin de dediği gibi cuntacılar açısından siyasete müdahale işleyişi esasına döndürmek için devlet ve topluma “balans ayarı” vermekten ibarettir.

080e4b47-d83c-4161-a5fe-856a043f6200.jpg

Darbeciliğin kendisine rahatlıkla meşruiyet bulduğu bir ülkede 27 Mayıs Darbesi ise hem ilk olması hem de işlevi açısından Türkiye’de vesayetin kurumsallaşmasını sağlayan darbedir. Gerçek anlamda yapılabilen ilk seçimlerden ağır bir yenilgiyle çıkan CHP, Demokrat Parti iktidarı boyunca muhalefet olmayı kabul etti. CHP’nin siyasetteki muhalefeti neredeyse resmi konumu haline gelirken rejim ise 27 Mayıs ile askerler tarafından koruma altına alındı. Tabi ki 27 Mayıs’ın en büyük sonucu ise 61 Anayasası’ydı. 61 Anayasası denildiğinde ise Türkiye’de yaşayan hemen hemen herkesin aklına tek bir cümle gelir: En özgürlükçü Anayasa!

Bu yargı cümlesinin sıhhatini sorgulamak Türkiye’de ezber hale gelmiş kalıp düşünceleri de sarsmak anlamına geliyor. 61 Anayasası’nın bariz avantajlarını gündemleştirerek gerisinde bıraktığı mirası gizlemenin yollarını arayan sol-Kemalist kesimler zaten 27 Mayıs için darbe değil “devrim” tanımlamasını kullanmaktalar. 27 Mayıs Devrimi, ezanı aslına döndüren DP iktidarının devre dışı bırakılmasıdır. DP’nin devrilmesiyle birlikte Türkiye’nin ezici çoğunluğunu oluşturan muhafazakâr-dindarlara çok net bir mesaj verilerek gerçek gücün kimde olduğunun altını kalın çizgilerle çizilmiştir!

Peki, 27 Mayıs’a giden süreçte askeri neler rahatsız etmişti? DP, iktidara geldiğinde CHP, sivil ve asker bürokratlardan oluşan seçkinler siyasal sistemin dışına itilecekleri ön görüsüyle ile karşı tavır almışlar ve rejimi kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. Yaşanan gelişmeler bu kaygıların yersiz olmadığını göstermiş, bürokratlar açısından korkulan gerçekleşmiş, uygulanan enflasyonist politikalar subayların ve memurların yaşam düzeylerini düşürmek suretiyle nüfuzlarını kırmıştır. Bürokrat ve aydın kesim üzerinde uyguladığı tedbirle bu kesimin maddi gelirini düşürmesinin yanında manevi saygınlığına da zarar vermiş, bu kesim düştükleri bu duruma tepki olarak DP’nin karşısında yer almışlardır.1 

TSK’nın Demokrat Parti karşıtlığını besleyen bu hamleler DP iktidarının ikinci dönemindeki ekonomik sorunlarla birleşince 27 Mayısçılara gün doğmuştur. Darbenin ardından Yassıada’da başlayan davalar ise hukukun ayaklar altına alındığı vicdan ve insanlık dışı bir süreçti. Adnan Menderes’e gösterilen haysiyetsiz muamele sebebiyle Türkiye’deki geniş kesimler Menderes’e hala büyük bir sempati beslemektedirler.

27-mayis-askeri-mudahalesi-nasil-oldu.webp

1961 Anayasası’nın en özgürlükçü anayasa olarak nitelenmesindeki temel kalkış noktası devlet iktidarının “paylaşılması” çıkarımı doğrultusunda yürütmeye bağlı, ancak idari özerkliği olan kuruluşlar oluşturulmuş olmasıdır. Özetle 61 Anayasası’yla siyasi hükümetleri denetleyen kurumlarla darbeye gerek kalmadan siyasetin işlevi değiştirilmiştir. Bu bağlamda 61 Anayasası devletin kuruluşunda yer alan “milli egemenlik” ilkesinin mahiyetini dahi değiştirme gereği duymuştur. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Cumhuriyet Senatosu, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), askeri, sivil ve yargı bürokrasisi, egemenliği seçilmiş siyasal iktidar ile paylaşacak yeni kurumlardır.2 61 Anayasası’nda gerçekleştirilen kuvvetler ayrılığı, Anayasa Mahkemesi, grev ve toplu sözleşme haklarının tümü vesayet odaklarının Demokrat Parti iktidarı döneminden edindikleri tecrübenin doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir. İktidardaki siyasi partinin gücünü daraltacak hamleler ve Anayasa Mahkemesi gibi denetleyici bir kurumla aslında devleti asli kimliğinden uzaklaştırabilecek her türlü adıma iç denetim mekanizmaları eliyle müdahale edilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak tüm bunlar da halkın darbeden sonra yapılan ilk seçimde DP’nin devamı olarak görülen AP’ye eğilim göstermesini engelleyememiştir. Tüm kısıtlamalara rağmen AP seçimlerde %34,7 oy almıştır.

Bunun üzerine 1965’te Milli Bakiye Sistemi ile nispi temsile dayalı seçim sistemi uygulanmıştır. Bu sistemle birlikte Demokrat Parti’de olduğu gibi tek başına bir partinin iktidar olması neredeyse imkânsız hale getirilmiş ve seçim yoluyla iktidarı elde ederek Türkiye’de esaslı değişiklikler yapabilecek güçlü bir parti, Özal iktidarına kadar görülememiştir. 61 Anayasası ile inşa edilen siyasi dinamiklerin doğal sonucu ise Türkiye’nin hala korku ile andığı koalisyon süreçlerinin ilkidir. 12 hükümet kurulmuş ve bunların 8 tanesi koalisyon hükümeti olmuştur. Bu süreçteki siyasi belirsizlikler önce 12 Mart 1971 müdahalesi ardından ise 12 Eylül 1980 Darbesi’ne zemin hazırlamıştır.

ekran-goruntusu-2025-05-27-135635.png

Netice olarak  27 Mayıs Darbesi ve askeri diktanın lideri Cemal Gürsel tarafından "muhteşem bir eser" olarak tanımlanan 61 Anayasası ile ordu Cumhuriyet tarihinde ilk kez doğrudan yönetimi ele almış ve günümüzde hala siyasette varlık gösteren askeri, bürokratik ve yargı vesayetinin organlarının ortaya çıkacağı “yeni anayasal rejimi” meydana getirmiştir.3 Askeri oligarşi yeni bir vesayet rejimi kurarak sistemi denetlemek için Danıştay’ı güçlendirmiş, Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurumu’nu anayasal kurumlar olarak teşkil etmiştir. Hulasası yürütmenin yani seçilmiş siyasetçilerin elinden, ülkeyi yönetme gücü önemli ölçüde alınmıştır.

61 Anayasası’nın özgürlükçülüğü iddiası Türkiye’nin hiçbir zaman gerçek bir Anayasaya sahip olamamasından kaynaklanmaktadır. Anca askeri cuntalar tarafından inşa edilen Anayasalar içerisinde 61 Anayasası’nın özgürlükçülüğünden bahsetmek mümkünse eğer bu özgürlükçülüğün bile en temelde bir denetleme ve sistemi koruma korkusundan güç aldığını söylemek gerekmektedir. Cuntacılar ve cuntanın sivil uzantılarının sistemi kimden korumak istedikleri ise çok açık değil mi?


1- Bu yazıda 61 Anayasası ve 27 Mayıs Darbesi’nin Türkiye’ye etkilerine dair geniş kapsamlı bir makaleden istifa edilmiştir.  H.Bahadır ESER, Cemal BALTACI, Mustafa ARSLAN’a ait olan bu önemli çalışmaya ulaşmak için: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/117855 

2- Eser, H. B., Baltacı, C., & Arslan, M. (2012). Türk Siyasal Sisteminde 1960 Müdahalesi ve Vesayetin Kurumsallaşması Üzerine Bir Analiz Denemesi. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2012(25), 69-97.

3- Eser, H. B., Baltacı, C., & Arslan, M. (2012).

 

Kaynak: 61 Anayasası ve Türkiye’de vesayetin kurumsallaşması - ABDURRAHMAN GÜNER