İnsan; beşeri iktisatta alet, İslam iktisadında ise ayettir.
Bu yazımızda insanın iki iktisadi yapı alanında, değerler sistemi bakımında konumunu anlamaya çalışacağız.
Beşeri sistemlerin değerler sistemi içinde madde manadan daha üstün, hayatın merkezinde, insana hükmeder. Böyle bir sistemde hayatın merkezine maddi menfaat alınarak ekonomi esas, insan ise tahmil ve "alet" pozisyonundadır. İslam iktisadında bu manada hayatın merkezine insan ve insani değerler sistemi içinde insan alet değil, ekonomiye hükmeden bir ayettir.
İslam iktisadının bu manada nihai hedefi, insanı asli unsuru üzerine hayatın her alanında, bir tehayyi ve inşa içinde insan ve insani değerler üzerine bir iktisadı vazeder.
İslam’ın geldiği asırda, dünyanın hakim güçleri eşya üzerindeki tasarrufu gibi insan üzerinde bir tasarrufu tamil ediyorlardı. Cins ayrımı yapmadan insanlardan bir kısmını köle olarak işlerinde çalıştırıyorlardı. Bunlar zenginlerin malına mal katmaktan başka insani herhangi bir değerleri olmayan farklı bir sınıftı.
Çocuklar ve kadınlar, erkeklerin onuruna metruk bırakılmış bir durumdaydı. Bu durum Arabistan yarımadasında, Yunanistan ve Pers imparatorluğunda aynı ayrıma tabi tutuluyordu. Sadece bu hakim toplumların insanı ezme ve değersizleştirme çeşidi bakımından bazı ufak tefek farklılıklar vardı. Bu manada köle olmayanların da kitlesel hedefi madde merkezli değerler sistemi içinde savaş ve acımasız bir hayat hakimdi. Maddi menfaati için savaşlar ve talanlar birer gelir kaynağı ve onur olarak kabul ediliyordu.
İşte İslam gelir gelmez, tüm bunlara karşı insanı cins olarak “mükerrem” ilan ederek, insan eşyayı işletmede alet değil, insanı ayet ilan ederek eşyayı insana atfen "sahhere leküm ma fissemavati vel ard" buyurarak, insan merkezli bir hayat bahşettiği. Böylece deve çobanlarından münevver ve medeni bir toplum inşa etti. Toplumsal yapılanmaya gittiği ilk şehrin ismiyle bunu nakşetti. Artık şehir Yesrib değil, "Medine-i Münevvere" oldu. Bu medeniyet ve onunla müsemma olan şehrin adı yedi kat gökte de Medine-i Münevver olarak vahyin kayıtlarına geçecekti. Bu bağlamda varlık olarak insan ve insani değerlerde bir tecdide giderek toplumsal yenilenmeye gidildi. Bu yeniliğe imha, devrim ve evrilme yerine inkılap ismi verildi.
Yenilemek manasında insanı yenilemeye gelince onu ekonomiye “alet” olma zilletinden çıkarıp, ekonomiye hükmeden “ayet” konumuna yüceltti. İnsanın ayet olma makamından indirgendiğinde yeryüzünde insan insana en büyük düşman haline evrilir. Artık insan yardımlaşarak ve paylaşarak maldaki tasarrufun yerini insanın en büyük düşmanı insan olan bir varlık haline gelir. Kur'an bu pozisyona hayvani bir değer atfederek, “Kel en'ami belhum- edall” diye çok ağır bir tasvirle beyan eder. İşte tüm beşeri iktisadında insanın en son geldiği nokta bu.
Fakat, insan ayet makamında iken en güzel bakış onun basireti, duyduğu sese en isabetli anlam yükleyen, bir şeye dokunduğunda eşyanın halıkını ruhunda hisseden, konuştuğunda en üstün iki kelamı taşıdığının anlamı içinde hayata bakar. Kelamın biri Mushaf'ın satırlarında, diğerini de insanın sadırlarında taşıdığını zihnine tam bir mana ile yerleştirir.
Aldığında, topladığında, dağıttığında ve tasarrufta elindekine emanet gözüyle bakar. Ve sahibinin emri doğrultusunda kendi öz el emeğiyle kazancında dahi mahrum ve muhtacın bir hakkı olduğunu bilir ve içinde bir "teavun" tasavvur ruhu oluşur. Öyle ki, elindekinden çok, muhtaca verdiğine sevinir. Artık o alet değil, ayettir. Menfaatlar itaata alet, insan ise en büyük ayettir. Beşeri sistemlerde insan nesnel, İslam iktisadında ise özneldir.
https://dogruhaber.com.tr/islam-iktisadinda-insanin-alet-ayet-iliskisi