DURSUN GÜRLEK - MÜŞKİLLERİ HALLEDEN BÜYÜK ÂLİM - 13 Nisan 2025 Pazar

DURSUN GÜRLEK - MÜŞKİLLERİ HALLEDEN BÜYÜK ÂLİM - 13 Nisan 2025 Pazar

DURSUN GÜRLEK - MÜŞKİLLERİ HALLEDEN BÜYÜK ÂLİM - 13 Nisan 2025 Pazar


İçinde bulunduğumuz 2025 yılının mart ayı büyük kitabiyyat âlimi ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin kırk yıllık hafız-ı kütübü İsmail Saib Sencer’in vefatının seksen beşinci yıl dönümüdür. Aynı kütüphanenin bugünkü müdürü aziz dostum Ramazan Minder, telefon edip merhumun Merkez Efendi Kabristanındaki mezarının başında yapılacak dua ve anma programına beni de davet etti. Ne yazık ki, o gün başka bir toplantım olduğu için bu davete icabet edemedim, halbuki daha önceki yıllarda hem kabrinde yapılan hem de kütüphanede gerçekleştirilen toplantıların hemen hepsine katılmıştım.


İsmail Saib Hoca, eskilerin “hallalü’l-müşkilat”, “ayaklı kütüphane”, “canlı kitap” gibi sıfatlarla tavsif ettikleri ulemanın, özellikle Arap edebiyatı tarihinin en büyük uzmanlarından biriydi. Bu sözlerimizin “kavl-i mücerred”den ibaret olmadığı, Efendi hazretlerinin rahle-i tedrisinde bulunan ilim erbabının, ünlü tarihçilerin ifşaatından ve itiraflarından da derhal anlaşılır. Ve bu minval üzere açıklamada bulunan zevatın verdikleri bilgiler -eğer- bir kitapta toplanmış olsaydı, ortaya muhakkak ki, önemli bir eser çıkardı. Öyleyse hemen bir örnek verelim:

Refi Cevad Ulunay, Milliyet’teki köşesinde şöyle anlatıyor:

“Bir tarihte Avrupa’da bulunduğum zaman elime bir vefk geçmiş ve halledilmesi için dünyanın en namlı kütüphanelerinden biri olan Paris’teki Milli Kütüphane’ye müracaat etmiştim. Oradaki hafız-ı kütüplerin her biri birer allamedir. Vefke baktılar ve bana:


- Bunu dünyada halledebilecek tek âlim İstanbul’daki Bayezid Kütüphanesi’nin müdürü İsmail Saib Efendi’dir, dediler. Fransa’nın tam bir ilim hazinesi olan böyle bir müessesesinde bir Türk allamesinin ismini duyunca gözlerim yaşardı. Muhatabım sordu:

- Ne var, ne oluyorsunuz?

- Hiç dedim, ben Türk’üm de…

Millî Eğitim Bakanlığı Dünya Klasiklerinden Tercümeler Teşekkülü kurulmadan önce Ziraat Vekâleti (bakanlığı) Bâbıâli’nin bahçelerinde ziraat sergisi açarmış. Sergiyi ziyaret eden İbrahim Hakkı Konyalı, bu sergiyi hazırlayanlara, beşeriyetin en eski ziraat kitabı olan ‘El-Felahatü’n-Nabtiyye’ adlı bir kitaptan bahsetmiş. ‘Nabt’, Keldanilerin eski adıdır. Eser, muhtelif Zuhal yılları fasılası ile ‘Gavsami, Digris, Yerbuşağ’ adlı üç Nabtlı âlim tarafından üç bininci Zuhal senesinde hazırlanmış. Nabt papazları, kitabı ilahi bir sır gibi kasalarında saklıyorlar.


İhtida ederek ‘İbn-i Vahşiye’ adını alan bir Nabt âlimi, bu kitabı papazlardan satın alarak Arapçaya tercüme etmiş. Hadiseyi kitabın mukaddimesinde şöyle anlatıyor:

- Bu, sizin düşündüğünüz gibi gökten inmiş dini bir kitap değildir. Bu, bir ziraat kitabıdır. Ziraatın ıslahı için Keldani dedelerimiz asırlarca çalışmışlar, bizlere güzel meyve ağaçları; sebze, buğday, arpa gibi şeyler sağlamışlar. Bunu bana veriniz, ben Keldaniceyi ve Arapçayı bilirim. Arapçaya tercüme edeyim, bütün dünya ecdadımızın insanlığın ziraatine nasıl hizmet ettiklerini öğrensin, dedim. Muvafakat ettiler. Kitabı aldım, tercüme ediyorum.

İbrahim Hakkı Konyalı, bu bahisleri ziraatçilere tercüme edince hadise Vekâlete (bakanlığa) kadar intikal ediyor.


Kitabın Türkçeye de tercüme edilmesi teklif ediliyor. O zaman en büyük Türk allamesi merhum ve mağfur İsmail Saib Efendi’ye müracaat ediyor. Ömer Rıza’dan (Doğrul) yardım etmesini rica edeceğini söylüyor. İsmail Saib Efendi:

- Ömer Rıza, Arapça konuşur ama, kitap Arapçasını iyi bilmez. Kilisli Rıfat Efendi’yi al, diyor.

Rıfat Efendi, o sırada Bayezid Kütüphanesi’nde imiş. Çağırıyorlar. O da şöyle diyor:

- Bunun tercümesini Ruslar da bana teklif etti, ama gözüme kestiremedim, çok zordur.

İsmail Saib Efendi:

- İbrahim, sen biraz tercüme et de görelim, diyor. Bir forma kadar tercüme ediliyor. İsmail Saib Efendi ile karşılaştırıyorlar. Tercüme beğeniliyor. Hoca efendi:


- Rıfat Efendi, İbrahim’in tercümesi iyi, buna ben de imzamı atarım. Alınacak parayı üçe ayırırız. Bizim kedilere de bir ciğer parası çıkar, diyor. Bu konudaki bütün yazma eserler kütüphanede toplanıyor. İşe başlıyorlar. Fakat Rıfat Efendi:

- Vekâlet parayı peşin versin, diye bir şart koşuyor. Formalite müsait olmadığı için para peşin verilemiyor. O sırada İsmail Saib Efendi de vefat ediyor ve insanlık tarihinin en eski ziraat kitabı da -ne yazık ki- dilimize çevrilemiyor.

Cezayir’in milli kurtuluş savaşının desteklenmesine katılmış olan büyük Müslüman ve Türk dostu rahmetli Profesör Massignon’un, Profesör Şerefeddin Yaltkaya’ya gönderdiği 24.4.1940 tarihli mektupta şöyle deniliyor:


Pek muhterem meslektaşım,

Pek aziz İsmail Efendi dostumuzun vefatını hüzün ve elemle duydum. 1909 senesinden beri Bayezid’de, onun yanında uzun müddet çalıştığımı hatırlıyorum. Her defa görüşümde onun ilminin ve irfanının genişliğine ve derin malumatından edilen istifadelere hayran olurdum. Akrabasına, kederlerine pek samimi surette iştirak ettiğimi söylemenizi rica ederim.

En dostane hissiyatımla…

(College de France profesörlerinden Louis Massignon.)”

Eski ünlü gazetecilerimizden Nusret Safa Coşkun da 29.3.1940 tarihli Son Posta gazetesinde neşrettiği yazısında, yine bu konuyla ilgili şu bilgileri veriyor:


Oxford Üniversitesi’nin Şark dilleri Profesörü Margoliouth, büyük âlim Fransız Profesör Massignon, Almanların meşhur profesörleri ve sayısı belirsiz beynelmilel otorite Türkiye’yi her ziyaret edişlerinde ‘esersiz’ denilen İsmail Saib Hoca’ya uğramadan edemiyorlar. İstanbul Üniversitesi’nin sâbık Arap Edebiyatı Profesörü Rescher, esersizlik ithamına karşı şöyle diyor:

- Onun sayısız eserleri var ama bunların hangileri olduğunu biz bilemiyoruz. Çünkü yazdığı eserlerin hemen hepsini bir takım zevatın isimleriyle neşrettirmişti. Mesela “İslâm Tabâbeti” isimli eser onundur. Yine Bursalı Tahir Bey’in “Osmanlı Müellifleri” (3 cilt) İsmail Saib’e aittir. Meşhur Arap âlimi İbn-i Nâbiga’nın “El- Ecvibetü’l-Müskite” adlı eserini Türkçeye çevirmiştir. Arap edebiyatında onunla yarışacak Avrupa’da hiçbir âlim yoktur, diyebilirim. Ben ondan sayısız eser okuyarak Almancaya tercüme etmiş bulunuyorum. Hiçbir ilmi mesele yoktur ki, İsmail Saib Hoca’nın önüne konulmuş olsun da, o ızhar-ı acz etsin yahut uzun boylu düşünsün!

Şöyle anlatılıyor: Ona, herhangi bir bahse ait nerede malumat bulunabileceği sorulduğu vakit, başka lisanlarda basılmış olanları bile söyler, hatta sayfanın neresinde bulunduğunu dahi ilave edermiş.


Profesör Rescher, İsmail Saib Hoca’nın o kadar tesiri altında kalmıştır ki, nihayet ona meftun olarak Müslümanlığı kabul etmiş ve Alman Rescher, Türk Osman Yaşar olmuştur.

Birçok müellif eserlerini yazmadan, hatta yazarlarken İsmail Saib’e baş vurmuşlar o hemen hepsine yazacaklarını birer birer dikte ettirmiş, fakat kendisinden bahsetmemelerini şart koşmuştur. Bugün üzerlerinde bir takım tanınmış zevatın imzasını taşıyan birçok ilmî kitabın hakiki müellifi İsmail Saib’dir. Onun ölümüyle koca bir âlim ve âlem kaybedildi. Hâlâ eserleri araştırılıyor. Böyle bir “müessir”in, yüzlerce “eser”e mukabil tutulması gerekmez mi?

Nusret Safa Coşkun’un merhum Hoca’nın vefatının 3. yıl dönümünde verdiği bu bilgileri ben de 85. yılında sizlerle paylaşma ihtiyacı duydum.

Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

 

https://www.yenisafak.com/yazarlar/dursun-gurlek/muskilleri-halleden-buyuk-alim-4694857