HAMZA TÜRKMEN - TRUMP VE ÖTEKİLER!.. - 31 Mayıs 2025 Cumartesi

HAMZA TÜRKMEN - TRUMP VE ÖTEKİLER!.. - 31 Mayıs 2025 Cumartesi

HAMZA TÜRKMEN - TRUMP VE ÖTEKİLER!.. - 31 Mayıs 2025 Cumartesi


“Sen onları bir sanırsın ama kalpleri darmadağınıktır!”

Yahudilerin savaş esnasında Müslümanlardan büyük bir korku duydukları Haşr sûresinin 13. ile 16. ayetleri arasında açıklanır. Sûrenin 14. ayetinde de şöyle belirtilir: “Onlar, korunaklı yerleşim yerlerinde veya duvarların arkasında olmadıkça size karşı toplu halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çatışmaları pek şiddetlidir. Onları birlik içinde sanırsın ama kalpleri darmadağınıktır. Bu onların, doğru bağlantı kurmayan /  akıl etmeyen bir kavim/topluluk oluşlarındandır.” 

Gazze’de El Kassam mücahidleri, Siyonist rejimin dev ateş gücüyle gerçekleştirmekte olduğu saldırısı karşısında kendilerini savunmak için sınırlı imkânlarıyla hazırlıklarını yapmış olarak, derin bir tefekkür ve azim bir sabırla direnişlerini devam ettirmektedirler.

Yahudiler Allah’tan çok emperyalist güçlerin kendilerine verdiği maddi donanıma, dijital verilere, birbuçuk iki tonluk imha bombalarına ve hava gücüne güvenmektedirler. Siret-i Resul’deki Nadiroğulları gibi savaşı meydanda değil, korunaklı duvarlar arkasında veya korunaklı engeller içinde sürdürmektedirler. Gelişmiş araç ve gereçlerle sağladıkları teknik üstünlüklerine rağmen korkuları, Gazze Cephesi’nde ciddi kayıplar vermelerine neden olmaktadır. Siyonist Yahudiler kaybettikçe sivil ve korunaksız halka saldırmaktadırlar. Belirttiğimiz ayetlere göre Yahudiler Müslümanlara düşmanlık beslemekle birlikte kendi aralarında da birlik ve beraberlik içinde değillerdir. Bu durum düşmanı kadir-i mutlak görmememiz için Rabbimizin belirttiği, değerlendirmemiz gereken bir imkândır.

Müminler bilirler ki yeryüzünde iki millet, iki din vardır. Birisi İslam ümmeti, diğeri küfür milleti. “Küfür tek millettir” sözü hadis olarak bilinse de Maide sûresindeki Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz. Çünkü onlar sadece birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları vekil edinirse onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna doğru yolu göstermez.” (5/52) ayetinin tefsirinden müçtehidlerimizin ürettiği uygun bir sözdür.

Ancak Rabbimiz Maide sûresinde iman edenlere, düşmanlık ve yakınlık bakımından, Yahudileri ve Nasranileri ayrıştırmaktadır (5/82). Ayrıca müfessirlerimiz  “Onları birlik içinde sanırsın ama kalpleri darmadağınıktır / paramparçadır. ifadesini sadece Yahudilere tahsis etmenin doğru olmadığını belirtirler.

Bugün Müslümanlar veya İslam’dan yana olanlar ile, küfür güçleri veya küfürden yana olanlar arasında kültürel, ekonomik, siyasi veya askeri savaşlar sürmektedir. Bugün yine maalesef ki tarihi düşkünlük psikolojisi veya çağdaş kapitalist hayata öykünme nedeni gibi sebeplerle Kur’an akaidinden uzaklaşıp küfür cephesinde yer alanlarımız bulunabilmektedir. Küfürden yana olanlar sınırlı dünya hayatlarında İslami kimliklerinden vazgeçerek ya da İslam karşıtı fikri ve siyasi değerler içinde asimile olarak yaşamak eğilimindedirler. İslam’dan ve Müslümanlardan yana olanlar ise küfür güçleri karşısında onların değerleri ve menfaatleri içinde asimile olmayı reddedip, onların yerel veya küresel hâkimiyetleri altında da olsalar kimliklerini koruma kaygısı içinde yeni bir yol buluncaya kadar zorunlu olarak birlikte yaşamaya çalışıyorlar. Mücadele etmeden hicret edecekleri de fazla bir yer yoktur.

Birinci hal kimliksel erime ve düşmanına “teslimiyet” yani “asimilasyon” çözülmesidir. İkinci hal ise kuşatıldığımız şartlar altında varkalma ve yeniden varoluş şartlarını gözetme ve bu doğrultuda çaba sarfederken “birlikte yaşama” yani “entegrasyon” halidir. Tabii ki zorunlu olarak birlikte yaşama halinin yabancı kültür ve politikalardan etkilenme hali de olabilmekte ya da bu konuda Müslümanlar arasında farklı metod ve strateji tartışmaları gerçekleşebilmektedir.

Dolayısıyla düşman cephesindeki karşılıklı şeytani çekişmeyi ve “kalp dağınıklığı”nı gözeterek düşmanın veya günümüzdeki emperyalistlerin karşısında iman ölçülerine ve azme sarılıp kuşatma şartlarını aşacak bir kararlılıkta tevekkül etmeli; hakimiyeti altında olduğumuz küfür kuvvetlerinin gücünü abartmamalıyız. Küffara karşı gerektiğinde siyasi analiz gücümüzü ve istişari tavır geliştirme becerimizi, gerektiğinde kıtal gücümüzü gösterebilmeliyiz.

Müminler bilir ki hayat bir imtihan sahası. Rabbimiz bizleri çok veya az verdiği rızıklarla deniyor. Bakara sûresinde Rabbimizin hükmünü biliriz: “Şüphesiz ki sizi biraz korku ve açlık; (ayrıca) mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma (fakirlik) ile imtihan edeceğiz. …” (2/155) Bu bağlamda tüm şeytani güçlere karşı varlıkta veya yoklukta, imkânlıyken veya aç, susuz, ilaçsız ve barınaksız kalmışken kulluk bilinciyle direnişimizi ve sabrımızı devam ettirmeliyiz; ve bilinçli Müslümanlar, muttakiler olarak, hayat imtihanımızı kazanmalıyız. Bu imtihan süreçlerinde düşmana karşı teslimiyeti değil, onların aralarındaki dünyevi çıkar farklılıkları, zıtlıkları ve inisiyatif kavgalarını gözeterek kendimize alan açabilmeliyiz.

Kur’an-ı Kerim, Müslümanlar karşısında ortak cephede toplanan küffarın kendi aralarında görüş ayrılıkları, inisiyatif çekişmeleri, hatta çıkarları için birbirleriyle çatışma durumuna düşeceklerini iyi izlememizle ilgili; ve onların söz konusu kalbi dağınıklıklarını değerlendirmemizle ilgili müminlere ip uçları vermekte, işaretlerde bulunmaktadır.

Asrımızda Müslümanlara ve İslam’a düşmanlıkta en fazla ileri giden güçlerin ABD, Çin, AB ülkeleri, Rusya, İsrail ve Hindistan olduğunu izliyoruz. Ancak Müslümanlar karşısındaki küfür güçleri arasındaki ittifakın da çıkar temelli olduğunu ABD-Çin, Çin-Hindistan ve ABD-AB-Rusya arasında ciddi ihtilafların yaşandığına tanık oluyoruz. Gazze katliamının müşterek iki gücü İsrail ve ABD yönetimlerinin, ABD Başkanı Trump’ın son Körfez gezisi sırasında aralarının bozulduğu ile ilgili birçok yorumu takip ettik.

Onların birlik görüntüleri altındaayetin işaret ettiği gibi “kalplerinin paramparça, darmadağınık” olduğunu unutmamalıyız.

ABD için gerek ticaret yapmak, gerek bölgedeki enerji kaynakları üzerindeki nüfusunu ve Ortadoğu pazarını Çin’e kaptırmamak oldukça önemli. Çin’in idari sistemi hiyerarşik bir despotizme dayanıyor; ama ekonomisi küresel kapitalist sisteme entegre olmuş vaziyette. Küba ve Vietnam sosyalist sistemleri de, benzeri bir açılım gösterip sosyalist ekonomik yapılarından vazgeçtiler. SSCB’den sonra Doğu Avrupa ekonomik düzeni de yıkıldı. Direniş ekseni edebiyatı içindeki İran’ın ABD Başkanı Trump yönetimi ile en son 11 Mayıs’ta Umman’daki müzakerede “eleştirel entegrasyon” formuyla uluslararası sisteme entegre olma çabası içinde olduğunu gösterdi.

Hizbullah’ın yeni lideri Naimi Kasım daha bu hafta başında “İsrail bir yük. ABD Lübnan’a ve bölgeye yatırım yapma imkânını kaçırıyor” diye yakınan bir demeç verdi.

Whinston Churchill’in başkanlığında yapılan 1921 Kahire (haritacılar) Toplantısı’nda tüm coğrafyamız ulusal sınırlara bölünerek ulus devletler olarak biçmlendirilmesinden bu yana tüm halkı Müslüman olan ülkelerimiz hem iç hem dış vesayet altında yaşıyor. Ancak İran’da, Gazze’de, Afganistan’da, Suriye’de Batıcı iç vesayet yenildi. Ayrıca şimdiki Türkiye başta olmak üzere bir-iki halkı Müslüman olan ülkede daha vesayetten inişli çıkışlı bir seyir ile kurtulmaya çalışılıyor. Ancak dış vesayet sürüyor. Ve bu ülkelerin ve benzerlerinin hepsi dış vesayet odağı Birleşmiş Milletler’de söz alıp dünya sistemine sözlerini ve haklarını duyurmak istiyorlar. Kendi özgünlüklerini koruyarak BM’de hitap etmek eleştirel de olsa bir “entegrasyon” yani “barış içinde beraber yaşama” talebidir. Küresel sistemde kendi değerlerini koruyarak var kalabilmek dışında, İslam coğrafyasında yer alan bazı yönetimler ve yöneticiler ise Filistinli Mahmud Abbas gibi iktidarda kalabilmek için bütün fıtrî ve İslami değerleri çiğneyen bir yaranmacılık ve “asimilasyon ruhu” içindedirler.

Trump’ın Mayıs ayı içindeki Kötfez gezisi ve temaslarından önce ekonomik büyüklüğü üç trilyon doları aşkın kapasiteye sahip olan Körfez ülkelerinin yatırım için Çin’e ve Asya ülkelerine yöneldikleri gündemdeydi. İran ile Suudi Arabistan arasındaki sorunların çözümünde diplomatik olarak Pekin’in devreye girmesi, bölgesel zenginliklerin ve sermaye akışının Çin’e ve Asya’ya kayması ABD’yi oldukça rahatsız etti. Trump’ın İsrail’i devre dışı bırakarak BAE, Katar ve Suudi Arabistan ile 3,4 trilyon dolarlık 10 yıla yayılan ticaret ve yatırım anlaşması yaptığı Körfez turu, bölgedeki güç dengelerine dönük yeni bir okumayı yeni bir tahlili gerekli kılıyor. Bu yatırım anlaşmaları sürecinde ABD’nin Suriye’ye yaptırımlarını kaldırılmasının ve Gazze’de ateşkes konusunun gündeme getirildiği Türkiye Dışişleri kanallarında ifade ediliyor.

Trump’ın ikinci kez Başkanlığa seçilmesinden sonra Orta Doğu’da hatta belki de Afrika’da Çin’in artan etkisini dengeleyebilmek amacıyla bazı geleneksel dış politika önceliklerinden geri adım atıp, “eleştirel entegrasyon” içinde kendi bölgesel gücünü oluşturmaya çalışan Türkiye ve bazı Körfez ülkeleriyle iş tutmayı öncelemesini taktiksel bir tavır olarak değerlendirenler var; stratejik bir zorunluluk olarak görenler var.

Ancak yeni ABD yönetimi İsrail’i ABD’nin bölgesel stratejik hedefleri için hizmet etmeyen bir yük olarak görmeye başlamalı ki, Körfez ülkeleriyle ve İran’la temaslarında İsrail diplomasisini kendinden uzak tuttu. Her ne kadar ABD Meclis’i ve Senato’sunda İsrail yandaşı parlamenterler ağırlık oluştursa da artık İsrail politikalarına kayıtsız destek anlayışı dönüşmeye başladı. Beyaz Saray'da İsrail yanlısı bazı isimlerin görevden alınması bu sürecin somut göstergesi.

Trump, Suudi Arabistan’da 13 Mayıs’ta yaptığı konuşmada Gazze’deki Filistinlilerin “daha iyi bir geleceği” hak ettiklerinden söz edince, İsrail bombardımanları ve öldürme eylemlerini artırdı. Hamas bu durumu, Natenyahu’nun ateşkesi engellemeyi amaçlayan “doğrudan mesajı” olarak değerlendirdi. Ve ateşkes tartışmaları da teyakkuz durumu da devam ediyor.

ABD’nin, Gazze ve Filistin konusunda Arap halklarının tepkisinden çekinen Körfez’deki Arap yönetimleri veya sermayesiyle kurulacak, yeni işbirliği modelleri için, İsrail bir risk unsuru olarak değerlendirildiği; ayrıca “dış politika önceliklerinden taviz verilmesinin, bir tercihten öte stratejik bir zorunluluk” olduğu ifadesi tartışılıyor.

Körfez ülkeleri halklarının Filistin konusundaki direniş taraftarı temayüllerinin yönetimlerine etkisi kaçınılmazdır. Ayrıca Gazze ve Suriye’ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını isteyen ve vesayetten kurtulma çabası gösteren Türkiye ve Suudi liderleri Trump’a söz geçirme güç ve cesaretlerini, hem Gazze ve Suriye İslami direnişlerinin azim dolu örnek mücadelesinden, hem mücahidlerimizin gösterdiği sabır, direniş ve mücadele ruhunun Müslüman halkları ve Batı’da vicdan sahiplerini etkileyip kamuoyu oluşturmasından alıyorlar. Daha önceki hafta İngiltere’deki dev market zinciri CO-OP 17 Mayıs’taki genel kurulunda market raflarından İsrail ürünlerinin indirilmesi kararını aldı.

21. yüzyılda Afganistan’ın işgalden kurtarılması, Bangladeş’te Hassina diktatörlüğünün yıkılmasından sonra 7 Ekim 2023’te tekrar yükselen Gazze direnişi ve 8 Aralık 2024 Suriye Devrimi tüm dünyada ve halkı Müslüman olan ülkelerde yeni bir yankı, yeni bir heyecan ve sinerji oluşturdu.

Bu süreçte Trump, İsrail’e yönelik saldırılara karışmadan Yemen’deki Husi Ensarullah hareketiyle kendi gemileri için saldırmazlık yönünde mutabakata vardı. Düne kadar terörist gördüğü Ahmet Şara yönetimine uygulanan ambargoları kaldırdı. Yine Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Türkiye’ye yönelik kışkırtıcı sözlerini geri çevirmiş, Beyaz Saray’daki son görüşmelerinde Netanyahu’ya “Erdoğan’ın bir müttefik olduğu”nu belirtmişti.

Dış vesayetten kurtulma iradesi gösteren Suriye İslami hareketi lideri Ahmet Şara’nın Türkiye ve Suudi Arabistan liderlerinin müzâheretiyle Trump’la Riyad’ta görüşüp bazı müzakerelerde bulunmasını eleştiren bazı aykırı tip ve akımlar, at gözlüğü takmış gruplar oldu.

Bunların bazısı hayalci ve kaderci tarihi  materyalist  kalıplardan kopamayan sosyalist ve ümmet düşmanlığı ile tescilli Kemalist bazı komplocu yorumcu ve yazarlardır.

Bazısı İran’ın eski stratejilerine bağlı ve değişen vakıaları okuyamayan Tahran rejiminin gönüllü veya kadrolu elemanlarıdır.

Bazısı da “modern akıl” aracılığı ile vahyi olanı sağa-sola çekiştiren ölçüsüz ve sabitesiz modernistler gibi,  ayetleri ve Kur’anî kavramları kendi doktrinleri veya hizipsel aidiyetleri doğrultusunda istediği gibi yorumlayan ve kendi indi görüşlerine uymayan müminleri veya açılımları çok kötü ifadelerle suçlayanlardır.

Oysa ABD ile müzakere yapılıyorsa bu iki taraflıdır. Muhatabınız imkanlarınıza el koymuş veya yolunuzu kesmiş bir dev. Dışa yansıdığı kadarıyla Trump, Ahmet Şara’yı İbrahim Anlaşmalarına katılmaya davet ediyor ve terörist dediği Suriyeli olmayan mücahidlerin sınır dışı edilmesi çağrısında bulunuyor. Suriye Devlet Başkanı bu teklife karşı konunun hakikatini hatırlatan tutarlı cevaplar veriyor ve talep olarak da ABD şirketlerini Suriye’de petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapmaya davet ediyor. Söz konusu olan bu müzakerelerde taraflar konuşuyor; talepleri kabul ediyorlar veya etmiyorlar.

Vakıayı nass temelinde okumaktan uzak,  hayalci, gerektiğinde IŞİD gibi tedhişçi veya darbeci, hizbi yorumlarını ahlaki özelliklerinin üstünde tutan; kendileri gibi düşünmeyen Müslümanlara hakaret ve iftirada bulunan ama alnı da beş vakit secdeye değen bu tür yorumcuları Ehl-i Kıble oldukları için tekfir edemeyiz. Ama fitne ve fesat uyandıran tavır ve sözleri dolayısıyla kendilerini uyarırız, ıslah niyetli uyarılarımıza kulaklarını tıkadıkları sürece sofralarına oturmaz meclislerine katılmayız.

Bir de bağlı olarak şu hususu belirtelim: Abdullah Öcalan’ın “reel sosyalizmin çöktüğünü, Türkiye’de artık kimliklerin reddedilmediğini ve ifade özgürlüğünün varolduğunu” belirten mektubundan sonra PKK, silah bırakma görüşmelerinde yaşanan sıkıntıların kaynağında Lozan Antlaşması’nın olduğunu belirtince aynı kadrolu muhalif grubun büyük çoğunluğu tepki gösterdi.  Körfez ülkelerinin ABD ile yaptığı 3,4 trilyon dolarlık anlaşmayla bu ülkelerin satıldığını propaganda eden bu Kemalist, sosyalist komplocu, kurgu yorumcusu kişiler emperyalizmin dayatmasıyla yapılan Lozan Anlaşması konusunda demagoji yapıyorlar. Sevmediğinizi iddia ettiğiniz bir devletle ticaret anlaşması yapanlar mı bir halkın geleceğini satmaktadır? Yoksa Lozan görüşmelerinde bir halkın hukuk sistemini Batılı normlarla değiştireceğini, ümmeti reddedip halkı seküler bir ulus topluma dönüştüreceğini, bunun için de ibadet dilinden yazı diline kadar Latin harfleri doğrultusunda inkılap yapacağını, yani varlık nedenimiz olan değerlerimizi satmayı vaat edenler ve bu vaatlerini halkın kanını akıtarak uygulayanlar mı gerçek zillet içindedirler? 

Önce tutsaklık durumu veya pozisyonu değil, gönüllü kölelik tutumu eleştirilmeli değil midir?

Rabbimiz Gazze, Suriye ve Afganistan cihadıyla mevzilerini koruyan mücahidlerin imkânlarını çoğaltsın; dış vesayetten kurtulma iradesi peşindeki yönetici yetkilileri düşman cephesini kadir-i mutlak görmeme basiretine ulaştırsın, bizleri de hakka yönelen ve onunla adalet yapan bir ümmet örnekliğine ve gücüne kavuştursun.

 
  •  

Kaynak: Trump ve ötekiler!.. - HAMZA TÜRKMEN