KÂMİL YEŞİL - CUMHURİYET DÖNEMİNDE "SAHABEDEN BİRİ": BABANZÂDE AHMED NAİM - 14 Mayıs 2025 Çarşamba

KÂMİL YEŞİL - CUMHURİYET DÖNEMİNDE

KÂMİL YEŞİL - CUMHURİYET DÖNEMİNDE "SAHABEDEN BİRİ": BABANZÂDE AHMED NAİM - 14 Mayıs 2025 Çarşamba


Eskiler önce refik sonra tarik demiş. Yoldan önce, yol arkadaşlığının önemini bu söz kadar beliğ bir şekilde anlatan başka bir söz bilmiyorum. İster tasavvufi anlamda ele alınız isterse siyasi anlamda. Her duruma uygun bir sözdür.
İslamcılık düşüncesinin öncüleri arasında da böyle bir ilişki vardır. Beyan’ül Hak, Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşad dergisinin İslamcıları olan Adanalı Hayret Efendi, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi,  Elmalılı Küçük Hamdi Efendi, Babanzade Ahmet Naim Bey, İzmirli İsmail Hakkı Bey, Eşref Edip Bey, Ahmet Hamdi Akseki gibi ulemamız arasındaki rabıta böyle bir rabıtadır. İlla Mehmet Akif ve Babanzade Naim Efendi. Dostluk içinde dostluk kurmuş kişiler bu büyüklerimiz.

Babanzade Naim Efendi, benim ilgi alanıma İslam’da Kavmiyet Davası adlı makalesi ile girmiştir. 1980 öncesinde Türkiye gündemini oluşturan siyasi düşüncelerden biri olarak Türkçülük, yer yer kavmiyetçilikle (ırkçılık) karışmış olarak karşımıza geliyor :”Bir Arap, bir Türk denize düşse önce hangisini kurtarırsın?” gibi saçma sorularla özel olarak çıkmaza götürülüyordu. İşte bu esnada nereden geçti ise küçük bir kitapçık olarak basılmış İslam’da Kavmiyet Davası’nı okudum. Okumakla kalmadım, tartıştığımız arkadaşlara da götürdüm. Bu kitapçıkta gördük ki kavmiyet davasını ilk kez biz tartışmıyorduk, II.Meşrutiyet sonrası İslamcıları da tartışmışlardı. Gelenek kavramını o zaman bilmiyorduk ama bu işin geçmişi olduğunu da fark etmekte gecikmedik. Ecdadımız ve öncülerimiz de Ziya Gökalp’in öncülüğünü yaptığı Türkçülerle tartışmıştı. Nihal Atsızlar bu izi sürüyordu.

Babanzade Ahmet Naim Efendi bu olaydan sonra gündemimden çekilmedi, Hazret, ara sıra kendi yolunu hep bizimkiyle birleştirdi. Onunla ikinci buluşmamız Tecrid-i Sarih Tercümesi vesilesiyle oldu. Kasabada Merkez Camii imamı olan bir büyüğümüz bir gün bana üç ciltlik bir kitap hediye etti. Sanırım lise birde idim. Kitabın kapak sayfaları kopmuştu, diğer ara sayfalar tamamdı ama kopmaya ramak kalmıştı. Adı Tecrid-i Sarih idi. Mütercimi Ahmet Naim Efendi idi.

Aradan üç, dört yıl geçti, fakülteli olduk. Yahya Kemal’in Portreleri’ni okuyorum. Baktım Ahmet Naim Efendi yine sayfalar içinde bizimle beraber. Bir tartışma dolayısıyla hem de. Yahya Kemal, Eyüp’ü anlattığı bir yazısı sebebiyle Ahmet Naim’den itiraz görür, çünkü Naim Efendi, şairin, hurafe ile İslamî geleneği karıştırarak anlattığı düşüncesindedir. Ahmet Naim Efendi önce bu anlatıma karşı çıkmış sonra şaire hak vermiştir. Ona haksızlık ettiğini söyler, hakkını helal etmesini rica eder. Hatta o günlerde zihnini en çok meşgul eden konulardan biridir bu. Allah’tan tevafuk etmişler, ömrünün sonuna doğru çarşıya çıktığı bir günde Yahya Kemal ile karşılaşmış ve hakkını helal ettirmiştir. Yahya Kemal, “bu olaydan bir iki gün sonra duydum ki Ahmet Naim Efendi vefat etmiş” diyor. İşte bu vefat olayı, Ahmet Naim Efendi ile yolumuzun üçüncü kez buluşturdu.

Yıl 2000. Dergah dergisinin 130.sayısı var elimde. İslamcılık üzerine yaptığı muhalled çalışmalarıyla maruf İsmail Kara’nın bir yazısı ile karşılaştım. İsmail Kara Hocamız bu yazıda Ahmet Naim Efendi’nin vefatını, rüya, Mehmet Akif’in Secde şiiri çevresinde anlatıyor. Kara şöyle diyordu:

“(…)1933 Üniversite reformuyla tasfiye edilenler arasında 1912’den beri Darülfünun felsefe grubu hocası olan Ahmet Naim Bey de vardı. Büyük Millet Meclisi tarafından Buharî muhtasarı Tecrid-i Sarih tercümesi ve şerhi ile görevlendirilmişti.Tercüme "Hasta namazı" bölümüne gelmişti. Ken­disi de hasta idi, kalp rahatsızlıkları gittikçe kendi­ni hissettiriyordu. Hadisin "[Efendimiz] sonra ikinci rekâtta da evvelkisi gibi yapardı" kısmını tercüme etti, muhtemelen öğle namazının geçmekte oldu­ğunu fark etti, metnin tercümesini tamamlamadan kalktı ve namaza durdu, ikinci rekâtın secdesinde de teslim-i ruh etti (14 Ağustos 1934, Pazartesi). Hadisin devamını tercüme ederek tamamlayan merhum Kâmil Miras düştüğü dipnotta şunları söy­lüyor: "Mütercim merhumun müsveddesi burada hitam buluyor. Bu hadisin tercemesi tarafımızdan ikmâl ve izah edilmiştir. Bir seneden fazla bir za­mandan beri hasta bulunan merhum, 1934 senesi Ağustosunun 14’üncü Pazartesi günü öğle namazı kılarken ikinci rekâtte secdede teslim-i ruh etmişti. Salat-ı marîza (hasta namazına) dair olan yukarıki hadisin tercemesi ikmâl edilmeyip de ikinci rekât­te bırakılmasiyle hâdise-i vefatın bu suretle vukuu arasında aşikâr bir alaka vardır. Cenabı Hak ilâhî rahmetine müstağrak buyursun. Âmin"

İsmail Kara, olayın izini sürmeye devam ederek diyor ki: “Çinuçen Tanrıkorur ağabey'in  cenazesinde duyduğum bir rüyayı ve tabirini daha yakın bir kaynaktan tahkik ve detay bilgiler almak için Sa­dettin Ökten ağabeye açtım ve onun verdiği bilgi­lerle daire genişledi. Şöyle ki: Merhum Naim Bey, Tecrid tercümesinin daha başlarında iken hasta­lıkları yüz gösterince tercümeyi bitirip bitiremiyeceğine dair tereddütlere düşmüş ve işaretler al­mak üzere istihareye yatmış. Âlem-i mânâda Pey­gamber  Efendimizi  görmüş.   Fatih  Camii'nde Efendimiz namaz kıldırıyor, Naim Bey de ilk safta cemaatı arasında. Efendimiz birinci rekâtı kıldırıp ikinci rekâta kalktıktan sonra geri dönmüş ve Na­im Bey'e enfiye ikram etmiş. Rüya bu kadar. Naim Bey rüyayı, Galatasaray Lisesi'nde birlikte Arapça hocalığı yaptıkları meslektaşı ve dostu Ce­lal Hoca'ya anlatmış ve tabir için Cerrahî Asitanesi şeyhi Fahrettin Efendi'ye sorması ricasında bu­lunmuş. Fahrettin Efendi rüya naklini duyar duy­maz  "ömrü tercümeyi tamamlamaya vefa etmeye­cek, erken göçecek, fakat bunu bu şekilde kendi­sine söylemeyin" demiş. Celal Hoca yumuşak bir üslupla tabiri kendisine iletmiş. Efendimizi rüyada namazda görmesi de namazda göçeceği­nin işareti imiş.” İsmail Kara üstadımız şöyle devam ediyor:

“Sadettin ağabeye sordum: Rüyada enfiye görmek menfi bir şey mi? "Öyledir" dedi. "Az da olsa işin içinde biraz kerahiyet var ya! Bunlar inkıtaa işaret­tir. Süt ve sütten mamul şeyler görmek devama ve iyiye işarettir".

 "Akif, şiirlerini, bazı kimselere ithaf etti. (...) Bun­lar, Akif'in ölünceye kadar seveceği insanlardır; bu sevgiler de senelerin neticeleri. (...) Fakat bu ithaflarda Naim'in adı yok. Niçin mi? Çünkü Naim o kadar çok yüksek yerde oturuyordu ki onun eşi­ğine uzatacağı şiiri Akif bir türlü yazamıyordu. Ni­hayet ihtiyarlığında Mısır'da yazdı: 'Secde'. Bunu Fuat Şemsi'ye gönderdi; Naim'e gösterilecek, be­ğenirse ona ithaf edilecekti. Naim 'Secde'yi o ka­dar beğeniyor ki, Akif'in yazısıyla olanı alıkoyuyor, suretini çıkarıp Fuat Şemsi'ye veriyor. Amma Akif, her zamanki bedbinliğiyle meseleyi anlıyor: Na­im'in geç kalan cevabî manzumeyi beğenme-di' demekti; ve şiirini Naim'e ithaf etmekten çeki­nerek kitabında bastırıyor" Bu satırları okuyunca "lâ-havle" çekip kalktım ve Safahata sarıldım. (Çok etkilendiğim ve 'Hicran' ve 'Gece' gibi her seferinde giryan olarak bitirebildiğim bu şiir şimdi bambaşka bir mahiyet kazan­mıştı).

İlâhî! Serseri bir damlanım, yetmez mi hüsranım?

Bırak, taşsın da coştursun şu vahdet-zârı imanım

Bırak, hilkatte hiç ses yok, bırak, meczubunun feryad...

Bırak, tehlîlim artık dalgalansın, herçi bâd âbâd

Kıyılmaz lâkin, Allahım, bu gaşyolmuş yatan vecde...

Bırak, "hilkatle olsun varlığım yekpare bir secde!

Akif, diyar-ı gurbette en yakın dostu Babanzâde'nin vefatı haberini aldıktan sonra Şerif Muhiddin'e yazdığı mektupta "Naim'in vefatı beni çok sarstı; hanümânım yıkılmış da ben altında kalmışım sandım" demiş. Bunu biliyoruz ve fakat yıllar önce ona ithaf ettiği şiirin secde ile başlayıp secde ile bit­miş olması "kehanetine ne dediğini bilmiyoruz.”

Elmalılı Hamdi Efendi'nin, Babanzâde'nin vefatı için düşürdüğü tarih beyti şöyle:

Verdi ser Hamdi bu tarihe cihan

Secdeden gitti Hûda'ya Naim

Madem arkadaşlıktan söz ettik. Şahitliği gene arkadaşlarından seçelim:

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, anlatıyor. Aktaran ise merhum Ali Ulvi Kurucu:

"Efendim, Naim Bey'e, selef-i sâlihîndendir desen, öyledir. Asr-ı Saadet'ten bir parça desen öyledir, ilim, irfan, edep, ahlâk, namus, şeref, kanaat... Ne deseniz, bütün faziletler mevcut. Böy­le bir insan nasıl sevilmez? Maalesef, Türk milleti, büyüklerinin kadrini, öldükten sonra biliyor. O da hepsini değil! Efendiler, Naim Bey kitaplara geçmekle de kalacak insan de­ğildir. Kitaplara herkes geçiyor. Naim Bey, menkıbeleri yazılıp da, böyle destan gibi okunacak bir insandı.”

Arkadaşlarının  “Sahabeden Biri” diye niteledikleri üstadı rahmetle anıyor, ölümüne gıpta ediyoruz. Böyle bir ölüm nasip etmesi için Rabbimize dua ediyoruz.

 

https://www.dunyabizim.com/cumhuriyet-doneminde-sahabeden-biri-babanzade-ahmed-naim