“Bayramı çocuksuz düşünmek, elbiseyi dikişsiz düşünmek gibi bir şey.
Dikişsiz elbise nasıl bir çuval gibi şekilsiz durursa üzerimizde, dahası, her an açılabilir veya savrulabilir ve düşebilirse, çocuksuz bayram da herhalde aynı iğretiliğe kapılabilir, aynı sakillikte kazınırdı hafızamıza.
Öyleyse ‘İstanbul ve bayram’, ‘İstanbul ve çocuk’tan ayrılamaz. Ve öyleyse bayrama, bu şehrin ‘ebedî çocuğu’ Fatih’i, fetih yahut öbür adıyla söylersek, yeniden diriliş için gün saydığı türbesinde ziyaret etmekle başlamak, günün mana ve ehemmiyetine en yakışan eylem olurdu benim için.
Şimdi kimselerin okumadığı -ne kadar yazık!- “Şair-i Azam” Abdülhak Hamid’in deyişiyle ‘en büyük çocuk’ (tıfl-ı ekber) olan Fatih Sultan Mehmed, bu şehri merkeze alarak nasıl bir dünya tasarlamış, onu hakkıyla anlamaya çalışırım. Ve onun dünyasında bu şehrin Peygamber Efendimiz (sav) tarafından Müslümanlara müjdelenmiş olmasının hikmetinin onun havada donmuş şimşeği andıran suretindeki yansımalarını tespit etmeye çalışırım.
Altı üstü bir bayram için beyhude midir bütün bu sözler?
E İstanbul’dayız ya, üstelik de bayramdır; öyleyse hafızamızın meşalesi ile hayal gücümüzün tutuşmasına kim mani olabilir ki?
Tıpkı Fatih’in gördüğü rüyada olduğu gibi.”
Ara sıra not defterlerimi karıştırmakta fayda görürüm. İşte 16 Eylül 2009 tarihinde, beş gün sonra başlayacak olan Ramazan Bayramına dair yukarıdaki satırları kaleme almışım.
İşte Nisan ayı geldi, gelecek ve yeni Fetih iklimine gireceğiz. Lakin dışarıdaki fethi kutlarken iç fethi, kendimizi fethetmeyi unutmayalım.
Bayramınızı tebrik eder, gül şerbeti tadında günler dilerim. Arefe günü benim dünyama doğan bayram pırıltılarını sizinle paylaşmak istedim.
İnsan kendi çocuklarında
kendisini keşfeder
Ben baba olduktan sonra baba olmanın ne olduğunu anladım. Yani baba olunca babalığı keşfediyorsunuz. Anne olmadan da anneliğin keşfi mümkün değil bana göre. Yaşanarak hissedilecek şeyler bunlar. Belki de şunu söyleyebiliriz: İnsan kendi çocuklarının hayatında kendisini keşfediyor. Kendisini ve kendisinden öncekileri… Her çocukta bir tarafınızı, bir yönünüzü, bir özelliğinizi veya huyunuzu (bu olumlu da olabilir, olumsuz da) keşfediyorsunuz.
Çocuk babaya ve anneye mutlak güven duyan, duyması gereken bir varlık. Onların çok güçlü olduğunu, bütün müşkilleri çözebileceğine inanır. Fakat anne ve babanın iç dünyasına girdiğinizde onların ne kadar güvenden mahrum, kaygılarla, çelişkilerle zaaflarla dolu insanlar olduğunu, bunu kabil olduğu kadar dışarıya yansıtmamaya çalıştıklarını görürsünüz. Onların da omuzladıkları ağır yükün altında bocalayan, ezilen çaresiz insanlar olduklarını ancak anne ve baba olduktan sonra anlayabilirsiniz. Muazzam birer irade kahramanları olduklarını, neler çektiklerini, hangi hayat darbeleri altında bu mücadeleyi verdiklerini o zaman hissedebilirsiniz.
Dolayısıyla her çocuk anneye de, babaya da hayatı bir kere daha öğretir. Kendi annesini, babasını, büyüklerini ve hayatın gerçekte ne olduğunu öğretir. Böylece çocuk, anne ve babanın farklı arazileri keşfetmesini sağlayan bir “öğretmen” oluverir.
Belli bir yaştan sonra, evlenene kadar tabii birinci derecede sorumluluk anne ve babanın üzerindedir ama evlendikten sonra da iyi haberlerini almak isterler. Yani bir kırgınlık, bir küskünlük, bir üzüntü yaşamanı asla istemezler. Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda çok güzel yansıttığı gibi dert başkalarıyla paylaşınca azalır ama anneye anlatıldığında katlanarak artar. Bunun tersi de geçerlidir. Arayıp da halini hatırını sorduğunuzda, bir ihtiyaçlarını karşıladığınızda ya da bir müjdeli haber verdiğinizde mutluluklarının da ikiyle çarpıldığına şahit olursunuz.
Evet, bir anne ve baba, çocuğunu beslemiş büyütmüş, dürüst, ahlaklı bir insan olarak yetiştirmiş, hayata kazandırmışsa ondan bekleyeceği şey güzel bir haber, bir başarı, torunlarının iyilik haberlerinden başka ne olabilir ki?
Aileler her zaman büyük bir sorumluluk altındadır. Çünkü çocuk hayata başlarken hayatın ilk basamaklarında ailesinden gördükleri ışığında dünyaya bakar. O öğrenilenler çocuğa belli bir perspektif tayin eder. Yumuşak huylu bir anne ve baba elinde yetişen çocuk ile sert karakterli bir anne ve baba elinde yetişen çocuk arasında dağlar kadar fark çıkar. Kim nasıl yetişmişse hayatı algılayışı, hayata bakışı da öyle olur. Aileden öğrenilenler belirleyici olur çocuğun hayatında.
Mamafih insan hayatı nasıl başlamışsa öyle gitmez. Değişimler elbette ki yaşanır. Tabii ki sonradan da işlenebilir bazı şeyler. Ama o işlemeyi kolaylaştırmak, o yatkınlığı oluşturmak yine ailenin çocuğa küçük yaşta öğrettiklerine, verdiklerine bağlıdır. Bunu her anlamda düşünebilirsiniz. Maddi ve manevi sahalarda insanı yönlendiren, esasen ailesidir.
Her insan benzersiz bir dünyadır
Esasen her insan Cenab-ı Hakk’ın yarattığı benzersiz bir dünyadır. Bu bakımdan o dünyayı anlamaya çalışmak ve yönetmek çok önemlidir. Evet, onu yöneteceğiz ama içindeki potansiyelleri de fark ederek hangi yönde gelişeceğini öngörüp ona göre bir yön çizerek yapmalıyız bunu. O bakımdan anne ve babanın çocuklar üzerinde fevkalade belirleyici bir rolü olduğunu görürüz. Burada anne şefkat ve merhamet tarafını temsil eder, baba da prensipler ve yönlendirmeler tarafını. İkisinin birlikteliğinden en uygun çerçeve zuhur eder. Aile çocuğa bir çevre açar. İnsanlarla tanıştırır, yaşayacağı çevreyi belirler, yönlendirir. Bu hiç de kolay bir hadise değildir.
Hepimiz çocuklarımızla imtihan olunuyoruz. Çocuklarımız hayatımız ve imtihanımızın bir parçası. İnşallah bu imtihandan hepimiz anne ve babalarımız gibi huzur içinde geçer ve Cenab-ı Hakk’ın huzuruna temiz bir alınla, eskilerin deyişiyle “pak bir nâsiyeyle” çıkarız. Bundan daha önemli bir hikâye yok çünkü…
Bu bayram da bayramı çocuklarla birlikte düşünmek ama büyükleri, bir zamanların çocuklarını da unutmamak üzerimize düşen birer vazifedir. Nasıl ki Hz. Âdem ve Havvâ hiç çocuk olmadılar ama Cenab-ı Hakk onlara çocukluğu yaşayabilecekleri bir cennet hayatı ihsan ettiyse biz de bu dünyadaki cennetin kokusunu çocukluğumuzda tadarız. Sonra o cennet alınır bizden ve bize cenneti mi yoksa cehennemi mi seçmek istersin diye sorulur.
Bizler bayramlarda cenneti isteriz diyoruz, yani çocukluğu.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/bayram-cennet-ve-cocukluk-48468.html