İstanbul’un fethinin 572. yıldönümündeyiz. Fethi çok konuştuk ama fethin kutlamalarının bir başka fethi başlattığını ise konuşamadık.
Cumhuriyet tarihinin içinde belli dönüm noktaları vardır. Ekonomik değil, kültürel kırılma noktalarıdır bunlar. Onlardan biri, 1950’lerde yakalamıştır Türkiye’yi. Şimdi 572 yıl önceye değil, 72 yıl önceye uzanıp beraberce bakalım tarihin penceresinden.
1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin 500. yıl kutlamaları yapılacaktır. Görkemli törenler yapılması kararlaştırılmış, enstitü ve dernekler kurulmuştur.
1953 yılının 29 Mayısına yaklaştığımızda Yunanistan bize bir nota vermiş ve Fethi böylesine görkemli törenlerle kutlamanın ilişkilerimizi bozacağını ihtar etmişti. (O tarihte İstanbul’da 200 bin Rumun ve ilaveten 1930 Anlaşmasına binaen gelip yerleşen on binlerce Yunanistan vatandaşının yaşadığını biliyoruz.) Türkiye de Batı dünyası ile ilişkilerini bozmamak hatrına kutlama hazırlıklarını durdurmuştu.
Evet, devlet kutlamaları iptal edildi, hatta Reisicumhur Bayar Merzifon’a bir askeri birliği denetlemeye gitti, Başbakan Menderes de Kraliçe II. Elizabeth’in taç giyme merasimine. İstanbul’daki yarı resmi törene sadece iki İstanbul Milletvekili katıldı. Lakin halk kutlamalara öylesine büyük bir coşkuyla katıldı ki, Fatih Sultan Mehmed’i temsil eden aktör beyaz bir atın üzerinde Topkapı’dan şehre girerken, onun bacaklarına sarılıp, “Kurtar bizi sultanım!” diye ağlayan insanlar olduğunu basında okuyabilirsiniz. İnsanımız o gün kesif bir duygu seline kapılmış, hasret ve heyecan duymuşlardı Osmanlı’nın tören çapında da olsa geri gelişine.
Bu, Cumhuriyet zeminine Osmanlı’nın dönüşünün ilk güçlü ayak sesiydi.
Bunun tekrarını Osmanlı’nın 700. yıl kutlamalarında 1999 yılında yaşayacaktık az daha. Devlet, bu kutlamaları Osmanlı ile Cumhuriyet’in bir tür buluşması gibi gördü ve kamuoyuna öyle lanse etti. Cumhuriyet ile Osmanlı artık barışıyordu. O kadar çok sempozyum, panel, konferans, tv programı vb. düzenlendi ki benzersiz günlerdi. Eğer ülkeyi matem yerine çeviren 17 Ağustos depremi vuku bulmasaydı çok daha kuvvetli bir ivme kazanacaktı bu akım; fakat o kadarı bile yetti.
İlk kutlama yani 1953’deki duygusaldı, bu defa eğitim düzeyi yükselmiş, merakları artmış yeni bir kitle ortaya çıkmıştı ve artık kaynak kitap nedir, gerçek tarih nedir, yalan tarih nedir, mitoloji nedir ayırt edebilecek duruma gelmişti. O günlerden başlayarak (benimkiler dahil) tarih ve özellikle Osmanlı tarihi kitapları uzun süre en çok satan kitaplar arasında yer alacaktı. Bence Cumhuriyet döneminde tarihin en ziyade talep edildiği dönemi yaşamaya devam ediyoruz. Bu talep patlamasının arkasındaki motif, kestirmeden söylersek Türkiye’nin yaşadığı kimlik bunalımının semptomlarıdır.
Hatırlayın, aynı 1999 yılında Avrupa Birliği’ne girmek kimliğimizi nasıl değiştirecek? sorusunun cevabı aranıyor ve “Biz kimiz?” diye kendimize soruyorduk. Hükümet AB’ye gireceğiz diyordu, zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaing ise lafını sakınmadan “Biz bir Hıristiyan kulübüyüz” diye diretiyor, biz de cevap olarak “O Hıristiyan ise biz de Osmanlıyız” deyip tarihe sarılıyorduk.
Unuttuğumuz bazı kimlik kırıntıları içimizde canlanıyordu.
Öte yandan 2007 yılında Almanya Şansölyesi Merkel’in bir başka Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’a hediye ettiği kupanın üzerindeki Napolyon resmi ne diyordu, hatırlayalım mı? Tamı tamına şu iki cümle:
“Osmanlı’yı ilk defa bir Fransız komutan yendi. Bu Avrupa’nın bir zaferidir”.
Osmanlıyı ilk kez yendiği için Fransa’yı tebrik ediyordu Merkel.
Avrupa’nın ortak bilincindeki bu yoğun tarih vurgusunu görünce biz neden kendi tarihimizden yararlanmıyoruz? diye geçmişimize dönüp bakmak ihtiyacını duyduk.
Aradan 20 küsur yıl geçti. Şimdilerde aynı yöntemi biz de uyguluyoruz, değil mi? İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan 2014 yılında geçenlerde ölen Papa’ya, Fatih Sultan Mehmed’in Bosna rahiplerine dinî hayatlarını serbestçe sürdürebileceklerine dair verdiği fermanın kopyasını hediye etmiş, ederken de okumuş ve Osmanlı hoşgörüsünün bir örneği olarak sunmuştu onu.
Demek ki 72 yılda epeyce şey öğrendik tarihten. Hiçbir şey öğrenemedikse tarihimizin bizimle olmasının dezavantaj değil, avantaj olduğunu öğrendik.
Peki buraya nasıl geldik?
Erbakan hocanın Başbakan Yardımcısı olarak ilk basın toplantısını hangi mekânda düzenlediğini çözerseniz bu sırrı da çözersiniz. Benden bu kadar ipucu...
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/fetih-kutlamalari-bize-kimligimizi-hatirlatti-49081.html