İnsanoğlu su misali.
Dün Şevval umresi vesilesiyle gittiğimiz Mekke-i Mükerreme’deydik, bugün Medine-i Münevvere’de, siz bu satırları okurken ise biz İstanbul’un yolunu tutmuş olacağız. Aynı günün akşamı da saat 20.30’da Sultan Abdülhamid Han’ın 4. nesilden torunu Kayıhan Abdülhamid Osmanoğlu ile birlikte Akit TV’de sizlerle birlikte olacağız inşaallah.
Medine’yi yazmak, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nuruyla yoğrulmuş o mübarek toprağa dokunmak gibidir.
Medine-i Münevvere yani nurlanmış şehir diye geçiyor kitaplarda ama o bir şehir değil, bir sevda; Resulullah Efendimiz (sav) ile Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer’in (ra) Ravza-i Nebi’de yan yana yatıyor olmaları kadar Uhud Şehitliği, Kuba Mescidi ve tabii İslam’ın üç hareminden biri olan Harem-i Şerifiyle de gönüllerimizi işgal eden mübarek bir belde.
Yavuz Sultan Selim Handan itibaren Osmanlı’nın büyük bir vefayla sarıldığı, gözyaşlarıyla vedalaştığı bir emanet.
Bugün, tarihin tozlu raflarını aralayıp Osmanlı’nın Medine’sine, Fahreddin Paşa’nın destansı direnişine, Hicaz Demiryolu’nun raylarındaki umuda ve Mukaddes Emanetler’in kutsal yolculuğuna göz atacağız.
Mekke-i Mükerreme ve Kudüs-i Şerif’in ilavesiyle Medine muhakkak ki Osmanlı’nın üç gözbebeğinden biriydi.
Medine Hz. Peygamber’in (sav.) hicretiyle İslam’ın kalbi oldu; Osmanlı ise bu kalbi asırlarca muhabbetle korudu.
Sultanlar, Yavuz Sultan Selim döneminde şerefle kabul ettikleri “Hâdimü’l-Haremeyn” unvanıyla bu kutsal şehre hizmetkâr oldu.
Ulu Hakan II. Abdülhamid Han’ın eseri olan ve İstanbul’un Medine’ye bağlayan Hicaz Demiryolu işte bu vefanın en muhteşem bir nişanesiydi. Unutmayın ki o raylar sadece hacıların değil, bir milletin duasını Medine’ye taşıyordu.
Ama İngiliz fitnesi ile ile Şerif Hüseyin’in ihanet hançeri bu sevda yolunu gölgelemeye çalıştı. Yine de Medine, bizim ruhumuzda bir sızı, bir hasret olarak baki kaldı.
Hicaz Demiryolu’nun her bir istasyonu adeta Osmanlı’nın Medine’ye yazdığı bir aşk mektubuydu.
Fahreddin Paşa:
Medine’nin Son Kalesi
Yıl 1916… Osmanlı çöküşün eşiğinde. Ama Medine’de bir yiğit var Fahreddin Paşa adlı, “Bu şehir Resulullah bana emaneti, onu teslim edemem!” diye haykırıyor. Mondros Mütarekesi imzalanmış, Osmanlı orduları geri çekiliyor, lakin Fahreddin Paşa, Medine’yi İngilizlere ve Şerif Hüseyin’in çöl çetelerine bırakmamak için var gücüyle direniyor. Açlık, susuzluk, çölün kavurucu sıcağı… Hiçbiri onun imanını sarsmıyor. Mukaddes Emanetler, Hz. Peygamber’in yadigârları İngilizlerin kirli ellerine geçmesin diye tren vagonlarıyla payitaht İstanbul’a gönderiliyor.
Fahreddin Paşa tam 2,5 yıl boyunca Medine’yi bir kale gibi savundu. Teslim olduğunda gözyaşlarıyla Ravza-i Mutahhara’ya veda etti. Bu, bir yenilgi değil, bir vefa destanıydı, sevgili okur! Paşa sadece bir şehri değil, bir milletin onurunu da korudu.
Medine, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hicretiyle İslam’ın beşiği oldu. Medine Vesikası, insanlığa medeniyet dersi verdi. Osmanlı, bu mirası asırlık bir aşkla omuzladı. Ravza-i Mutahhara’nın bakımı, hac yollarının güvenliği, Medine’deki vakıflar… Hepsi, Osmanlı’nın bu şehre duyduğu muhabbetin silinmez izleridir.
Lakin ne kadar hazindir ki, Osmanlı’nın Hicaz’dan çekilişiyle Medine, kanayan bir yara oldu yüreklerimizde. İngilizlerin entrikaları, Şerif Hüseyin’in hıyaneti kutsal şehirleri elimizden aldı. Bugün Suudi idaresinde Medine’ye baktığımızda, Osmanlı’nın o zarif eserlerinin çoğunun yerinde yeller esiyor. Yıkılan türbeler, kaleler, mektepler… Ama Medine’nin ruhu, hâlâ Hz. Peygamber’in nuru sayesinde daima canlı!
Hicaz Demiryolu:
Bir Milletin Rüyası
Sultan II. Abdülhamid’in Hicaz Demiryolu, sadece bir demir yolu değil, bir medeniyet rüyasıydı. Müslümanların bağış ve sadakalarıyla örülen o raylar Medine’yi İstanbul’a, Şam’a, Kudüs’e, Halep’e bağlıyordu.
Hacıların duasını taşıyan bu kutsal yol, Osmanlı’nın Hicaz’daki varlığını perçinliyordu. Ama İngilizler, bu rüyayı dinamitlemekten geri durmadı. Casus Lawrence’in çöl entrikaları, Şerif Hüseyin ve oğullarının isyanı… Hepsi, Medine’yi Osmanlı’dan koparmak içindi.
Lakin rayları kesilse de, ruhu Medine’de yaşıyor!
Mukaddes Emanetler:
Bir Vefa Yolculuğu
Medine denilince, Mukaddes Emanetler’i anmamak olur mu? Hz. Peygamber’in hırkası, sakalı, ayak izi… Fahreddin Paşa, bu emanetleri İngilizlerin eline geçmesin diye canını ortaya koydu. Trenlerle, gizlice İstanbul’a gönderilen bu kutsal yadigârlar, bugün Topkapı Sarayı’nda bir vefa nişanesi olarak sergileniyor.
Kısacası Fahreddin Paşa, İngilizlerin çalma planlarını bozdu, emanetleri kurtardı. Bu, bir askerin değil, bir milletin imanının zaferiydi!
Sevgili okur, Medine’yi yazarken sadece tarih yazmıyoruz; bir dinin özünü, bir milletin ruhunu, bir devletin vefasını yazıyoruz.
Medine, Osmanlı’nın kayıp atlasında bir incidir. Fahreddin Paşa’nın direnişi, Hicaz Demiryolu’nun rayları, Mukaddes Emanetler’in yolculuğu… Hepsi, bize bir şey fısıldıyor:
Medine, bir şehir değil, bir milletin kalbidir!
Tarihin resmi anlatıları bu hikâyeyi gölgelese de, arşivler gerçeği haykırıyor.
Medine’yi, Osmanlı’nın kan ve gözyaşlarını, Fahreddin Paşa’nın yiğitliğini yüreğimizde yaşatalım!
Keremli şehirden nurlu şehre, oradan payitaht İstanbul’un yolunu tutacağız inşaallah.
Hacca gideceklerin haclarının kabul olmasını niyaz ediyorum Cenab-ı Hakk’tan. Gidemeyenler de buyursun, en azından umrenin güzelliklerini tatsın derim.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/medine-i-munevvereden-damlalar-48674.html