Sultan Vahdettin 16 Mayıs 1926 tarihinde, yani bundan 99 yıl önce gurbette Hakkın rahmetine kavuştu ama hakkındaki tartışma bitmek bilmiyor.
Başında olduğu devlet 102 yıl önce yıkılmış olmasına rağmen, evet buna rağmen sevenleri ile nefret edenleri arasındaki gerilim devam ediyor. Neden peki? Çünkü tarihimizle helalleşemedik. Helalleşemediğimiz için de mezardakilerin tozları gözü dünyada kalmış hayaletler gibi yakamızı bırakmıyor. Ne zaman ki tarihimizle helalleşiriz, o vakit onlar bizi rahat bırakır. Aksi halde bir asır daha bu münakaşa devam eder, gider.
Sultan Vahdettin’in 1918 Temmuz’u ile 1922 Kasım’ı arasındaki dört yıl, dört aylık saltanatı Osmanlı tarihinin en karanlık ve tartışmalı portrelerini sergileyen bir galeri gibidir. 1. Cihan Harbi’nin kaybedileceğinin ortaya çıktığı bir ortamda tahtın kederli yolu önüne açılmıştı.
Sonraları Mabeyn Kâtibi Ali Fuat Bey’e “Ben tahtın kuştüyünden minderlerine değil, milletin ateşli külü üzerine oturdum” diyerek tahta çıkmakla nasıl büyük bir fedakârlık yaptığını anlatmak isteyecekti. Ancak anlaşılamamıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan Vahdettin ile baş başa yaptığı görüşmeler önemlidir.
Padişah 30 Nisan 1919’da 9. Ordu Kıtaları Müfettişliği belgesini onaylamıştır. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a hareketinden hemen önce Yıldız Sarayı’nda Padişah’la ‘adeta diz dize” denilecek kadar yakın oturmuş, Vahdettin ona –Falih Rıfkı Atay’ın yazdığına göre- “hiç unutmayacağı” şu sözleri söylemişti:
“Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini bir tarih kitabının üstüne bastı)… Tarihe geçmiştir. Bunları unutun dedi. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!”
Bu sözler karşısında hayrete düşen Mustafa Kemal Paşa, aradan yedi yıl geçtikten sonra, 1926’da gazetecilere anlattığı hatıralarında Sultan Vahdettin’in samimiyetinden şüpheye düştüğünü ve düşmanla işbirliği yaparak devlet ve saltanatını kurtarmaya çalışan birinin bu sözlerini ‘sahtekârlık’ olarak yorumlar. Ona göre Sultan Vahdettin “Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin” derken İngilizleri memnun etmeyi, onların şikâyetlerini gidermeyi ve Anadolu’da İngiliz siyasetine karşı gelen Türkleri yola getirmeyi kastetmiştir. Dolayısıyla Samsun’a gönderilme gerekçem budur demeye getirir.
Ne var ki 1926’daki mülakatında “Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz. (…) Merak buyurmayınız efendim, dedim, bakış açınızı (“nokta-i nazar-ı Şahanenizi”) anladım. İrade-i seniyeniz (fermanınız) olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım” demeyi ihmal etmemiştir. Padişah da daha önce “Muvaffak ol” dedikten sonra kendisine yaveri Naci Paşa vasıtasıyla üzerine kendi isminin baş harfleri (inisiyalleri) bulunan altın bir saat hediye etmiştir.
Paşa, paşa, devleti
kurtarabilirsin!
Resmi tarihin kabul ettiği ve Mustafa Kemal’in ABD Büyükelçisi General Sherrill’e krokisini çizip verdiği bu görüşme sahnesini buraya raptedelim ve Samsun’a gittikten sonra Padişaha yazdığı mektuplarla onu karşılaştıralım. Bakalım 1926 yılında sonradan bir kısmı itiraf edilen görüşmede gerçekte neler konuşulmuş?
Daha 24 Nisan 1920 Cumartesi günü BMM’de yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahdettin’le yaptığı görüşmeyi ilk kez kamuoyuna açıklamak ihtiyacını duymuş ve onu şöyle anlatmıştı:
“(Padişah) İngiliz zırhlılarının saraya yönelmiş toplarını göstererek ‘Görüyorsun’ dedi, ‘ben artık memleket ve milleti nasıl kurtarmak lazım geleceğini tasarlamakta tereddüde düşüyorum.’ Ve ellerini kaldırarak, ‘İnşaallah millet uyanık ve müteyakkız olur, bu elim vaziyetten gerek beni, gerekse kendisini kurtarır’ buyurmuşlardı.”
Şimdi Mustafa Kemal’in hem Mayıs 1919 tarihli görüşmedeki, hem de 11 ay sonra Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmasında geçen ifadeleri arasındaki fark açık. Demek ki, Sultan sadece Mustafa Kemal’e ‘devleti kurtarabilirsin’ dememiş, aynı zamanda ‘milletin de uyanarak bu acı durumdan kurtulması’ için basbayağı dua etmiştir. Yine demek ki, ülke ve milletin kurtarılması gibi bir fikir Sultan Vahdettin’in zihnine hiç yabancı değilmiş.
Atatürk’ün Bütün Eserleri’ne göre Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan Vahdettin’e ilk mektubu 14 Haziran 1919 tarihli ve son derece çarpıcı ifadelerle dolu. Şöyle yazmıştır:
“Ülkenin parçalanma tehlikesini ancak yüce şahsınız başta olmak üzere milli ve mukaddes bir kudretin var olma haykırışı” kurtarabilir. İzmir’in işgalinden dolayı pek hüzünlü olan kalbinizin “bu kurtuluş noktasına ait ilhamları” bu anda bile hafızamda bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Sizin ısrar ve zorlamanızdan (“ilkâ-ı milkdârilerinden”) aldığım azim ve imanla âcizane görevimi sürdürüyorum.”
Aynı mektupta aslında padişahın ‘millet uyanır’ temennisine Mustafa Kemal şöyle cevap verir:
“Millet baştan aşağı uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığını, saltanat ve hilafetin yüksek haklarını sağlamlaştırmak için sağlam bir azim ve imanla donanmış bulunuyor. İstanbul’dayken milletin bu kadar kuvvetli ve uyanık olabileceğini düşünemezdim.”
Anadolu’ya gittikten sonra Padişah’ın millet uyanır dileğinin yerine geldiğini hatta milletin zaten uyanmış olduğunu görüp hayret eden bir Paşa vardır karşımızda.
GERÇEK NEYDİ?
Prof. Dr. Salahi R. Sonyel’in Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı (ATAM, 2010) adlı kitabında ilginç bir ayrıntı göze çarpar. Yunan istihbarat servisi Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a hareket edeceğini haber alır ve İngiliz işgal kuvvetleri komutanı General Milne’in dikkatine sunarak onun tutuklanmasını ister. Ancak General Milne güya bu görüşe katılmayarak “Bırakınız gitsin, daha iyi olur. Böylece tüm Türk direnişini kökünden temizleme fırsatını sağlamış oluruz” demiştir.
Aynı kitapta verilen bilgiye göre Yunanistan’ın eski büyükelçilerinden Sakkelaropulu, Nutuk’ta yazılan “Hasımlarım beni İstanbul’dan zorla uzaklaştırmak istemişti” görüşüne itiraz etmektedir:
“Osmanlı hükümetinin amacı, Mustafa Kemal’in örgütleyici yeteneklerinden Anadolu’da yararlanarak barış görüşmeleri sırasında İtilaf devletleri üzerinde baskı kurmak ve Türklerin sert bulacağı barış şartlarına karşı davranmaya hazır olacak silahlı kuvvetleri kurdurmaktı (Sonyel, age, s. 31).
Son olarak Erzurum Kongresi tutanaklarında Mustafa Kemal Paşa’nın “Padişah ile aramızdaki sırların şimdilik açıklanması uygun değil, zaferden sonra açıklayacağım” sözünün üzerinin bir kalem tarafından karalandığını ve Nutuk’a bu cümlenin alınmadığını fark edince insan sormadan edemiyor:
Peki, Vahdettin ile M. Kemal’in arasındaki o sırada açıklanması sakıncalı görülen sır neydi?
Bakın Sultan Vahdettin, başkâtibi Ali Fuat Türkgeldi’ye 27 Ocak 1919 günü şöyle demiş:
“İstiklalimizi kurtarmak için zaruri olarak bu hallere tahammül ediliyor. Bunlardan kimseye bahsedilemiyor, millete de malumat verilemiyor. Elbette bir gün tarih bu hakikatleri yazar..”
Aradan 106 yıl geçti, o “bir gün” hâlâ gelmedi mi?
Cengiz Aytmatov “Gün olur asra bedel” derken bunu mu kastetmişti yoksa?
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/sultan-vahdettinle-barismak-icin-bir-asir-yetmedi-mi-48966.html