1924 yılına girilirken Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmişti ama, henüz uluslararası planda tanınmış (recognized) bir devlet değildi. Ne Lozan Antlaşması hasımlarımız (başta Britanya İmparatorluğu) tarafından onaylanmıştı, ne de ‘hükümetimiz’ zamanın Birleşmiş Milletler’i olan Cemiyet-i Akvam’da bir devlet sıfatıyla tescil edilmişti.
Zaman Lozan Barış Antlaşması’na doğru akıp giderken, meşru devletimiz Osmanlı Devleti’ni Sadrazam Tevfik Paşa’nın ‘konferansta elbirliği edelim’ teklifini bahane ederek kendi ellerimizle yıktıranlar, bu defa Türk tarafını Ankara veya TBMM Hükümeti namlarıyla konferansa davet etmişlerdi.
Erik J. Zürcher’in tespitiyle söylersek, “İyi de bu hangi devletin hükümetiydi?” (The Young Turk Legacy, I.B.Tauris: 2010, s. 142.) Devletsiz hükümet de bizde görülmüştü! TBMM hükümetine, koca çınarı yani Osmanlı devletini yıktıranlar, devlet olma iznini vermek için aynı hükümeti ‘ayaklarına’ çağırıyorlardı.
Davayı daha sarih bir dille ortaya koyalım ki iyice anlaşılsın:
Lozan’a giderken tanınma kaygısıyla kıvranan taraf bizdik, bizden sonra ise oyuna getirilip Anadolu’ya sürülen, sonra da yüzüstü bırakılan Yunanistan gelir. Eğer ‘korsan devlet’ olarak yaşamak istemiyorsak, Lozan’dan bir şekilde antlaşmaya imza atarak dönmemiz gerekiyordu. Aksi bir durum, devlet olma vasfı kazanamayışımız ve savaşın devam ettiği manalarına gelirdi.
Nitekim İsmet Paşa 4 Şubat 1923 kesintisinden sonra gazetecilere şöyle açıklamıştı içinde bulunduğu vahameti:
“Eğer dünyada tek kimse çıkıp da bana ‘Daha yapılacak fedakârlıklar vardı, şu kararı almalıydınız’ diyebilirse onları yapmaya razı olurum. Ben fedakârlığı son haddine vardırdım. Toprak meselelerinde kendi zararımıza ve müttefiklerin lehine kararlar aldık. Azınlıklar meselesini müttefiklerin dilediği gibi hallettik. Boğazların serbestliğini kabul ettik. Düyun-u Umumiye yönetiminin faaliyetinin devamına razı olduk. Bütün fedakârlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim, fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim.” (Ali Naci Karacan, Lozan, 1943, sayfa 211.)
Aynı konuşmanın daha geniş halini şurada bulabilirsiniz: Ahmet Cevdet’in Lozan Makaleleri, Hazırlayan: Nuri Sağlam, Albaraka, 2023, sayfa 151-153.
Hatta bu konuşmayı şimdilerin hızlı Kemalist’i Ataol Behramoğlu, Lozan adlı piyesinde de özetleyerek şöyle vermektedir (1993, s. 45):
“Her türlü özveriyi gösterdiğimizi biliyorsunuz. Boğazların serbestliğini kabul ettik. Azınlıklar konusunda, Adalar konusunda, Trakya sınır konusunda isteklerimizde diretmedik. İmparatorluktan kalan borçları da reddetmiyoruz... Fakat... özverinin bir sınırı vardır... Memleketin iktisadî esaretini ve Türk ulusal egemenliğine aykırı bir kaydı kabul edemem.”
Demek İnönü’nün Lozan’daki tek başarısı, kapitülasyonların kaldırılmasını kabul ettirmekmiş, öyle mi? Ben demiyorum, “İkinci Adam” İnönü diyor. İnanmayan varsa Ali Naci Karacan’ın Lozan Konferansı ve İsmet Paşa adlı, İnönü devrinde yazarına 5 bin lira verilerek devlet tarafından bastırılan kitabına baksın.
İnönü bu kadar taviz ve fedakârlık yaptıktan sonra bir de şöyle demiş:
“Tarihin ve gelecek kuşakların bizim hakkımızda nasıl bir hüküm vereceğini bilmiyorum” demiş. (Behramoğlu, Lozan, s. 39)
Neyse ki biz biliyoruz.
Lozan’da bir İmparatorluğun beşte dördü feda edildi.
Adına şimdi ‘özveri ‘diyorlar kibarlaştırarak. Özünden veriyor, doğru. Musul, Kıbrıs, Hatay, Batı Trakya’yı ve 12 adayı ve daha neleri verirken özümüz ne hâle geldi?
Bir asırdır onu bulmaya uğraşıyoruz. Tayfun yardımcı olacak inşallah.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/tapumuzu-almak-icin-lozana-gitmeden-once-devletimizi-yikmistik-49644.html