MUSTAFA ARMAĞAN - “TECAVÜZDEN DOĞAN ÇOCUK” İSRAİL’İN YALANLARI (3) - 22 Haziran 2025 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - “TECAVÜZDEN DOĞAN ÇOCUK” İSRAİL’İN YALANLARI  (3) - 22 Haziran 2025 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - “TECAVÜZDEN DOĞAN ÇOCUK” İSRAİL’İN YALANLARI (3) - 22 Haziran 2025 Pazar


Şlomo Sand Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi? adlıkitabını kaleme aldıktan sonra İsrail’deki akademik dünyadan nasıl dışlandığını ve El-Kuds Üniversitesi’nde öğretim üyeleri tarafından saatlerce sorgulandığını eserin giriş kısmında genişçe anlatmaktadır. Siyonizmin efsanelerini dinamitleyen ve Filistin topraklarının sömürgeleştirilmesine karşı çıkan bu kitabı yazdığı halde nasıl olup da burada, bu “Yahudi yurdu”nda yaşamaya ve İsrail’in Filistinliler tarafından tanınmasını talep etmeye devam edebiliyordu? Bu boşboğazca sorulan soruya şöyle gayet hikmetli bir cevap vermiş yazarımız:

“Tecavüzden doğan çocuğun da yaşama hakkı vardır. Bir trajedi, yeni trajediler yaratarak düzeltilemez. Bize düşen görev, çocuğa hangi koşullarda doğduğunu öğretmek ve babası gibi davranmasını önlemektir. Ortadoğu’daki çatışmada sorun, evladın, doğumuna öncülük etmiş eylemleri sürdürmesi ve yenilemesidir.”

Yahudiler 2. Dünya Savaşı’nda en çok Nazi ırkçılığından çekmişlerdi, değil mi? Temerküz  kampları, hala ispatlanamayan gaz odaları, milyonlarca ölü… 

Evet, Naziler dünyayı kana göre tasnif ediyordu. En üstün ırk Almanlardı (Nordik ırk); onun safiyetini bozan aşağı ırklar, özellikle Yahudiler ve çingeneler gibi marazlı unsurlar insanlığın bünyesinden, daha doğrusu yeryüzünden temizlenmeliydi, tabii ki beşeriyetin sağlığı ve iyiliği için.

Şlomo Sand’a göre Hitler’in başında bulunduğu Nazi Almanya’sının bu tüyler ürperten nazariyesi Yahudilere çok pahalıya mal oldu ve milyonlarca Yahudi hayatını kaybetti (gerçekte bu rakam çok abartılmıştır-MA). İyi ama İsrail devleti on yıllarca bu uğursuz Hitlerci mirasa nasıl vâris olabildi? İsrail’de Yahudi kanıyla birleşmiş ve diğerlerinden kesin hatlarla ayrılmış saf bir millet oluşturma anlayışı Hitler’in zaferi değil de neydi? “Daha dün ‘Yahudi kanı’ndan söz ederken bugün de İsrail’de yaşayan birçok kişi bir ‘Yahudi geni’nin varlığına inanırken” diyor yazarımız ve haklı olarak şunu soruyor: 

“(Bu kafayla) Hitler’in Yahudilerin spesifik biyolojik karakteristikler taşıdıkları şeklindeki teorisini yenmenin ihtimali nedir?”

“Tarihte buna yakın bir ironi yoktur” diyen Şlomo Sand, Siyonizmi ve efsanelerini kıyasıya eleştiren Ilan Pappe ve Avi Shlaim’le birlikte Post-Siyonizmin izinde yürüyor ve can alıcı sorularıyla İsrail’in etnik merkezci ve anti-demokratik karakterini değiştirmeye çalıştığını ifade ediyor.

Nitekim İsrail’in kuruluşundan sonra tarih ve arkeoloji sahalarının birdenbire canlandığı görülür. Tarih, Kitab-ı Mukaddes’i İsrail’in meşru temeli olarak kurgulamakla görevliyken, arkeoloji de burada yaşamış olan ‘İsrail halkı’nın dört bin yıllık geçmişini gün ışığına çıkarmaya koşulur. Böylece arkeolojik kazı alanları adeta yeni milletin kutsal ibadethanelerine dönüştürülür. 

1967 Arap-İsrail savaşının ardından gelen işgalden sonra İsrailli arkeologlar bu defa ellerinde kazma kürekle Batı Şeria’nın altını üstüne getirmeye koşarlar. Ne var ki büyük ümitlerle kazdıkları toprağın altından beklenmedik soru işaretlerinin çıkması resmi tarih hayalperestlerini derin bir hayal kırıklığına uğratır.

Mesela arkeolog Mazar şunu fark eder ki, Kitab-ı Mukaddes’te Filistinliler, Aramiler ve develerden bahsedilmekle birlikte bu ifade bütün arkeolojik ve yazılı tanıklıklar kendilerinin milattan önce ikinci bin yıla tarihlendirdikleri olaylarla çelişmektedir. Filistinliler buraya sekiz asır sonra gelmişti, Aramiler ise dokuz asır sonra! Develerin evcil hayvan olarak ortaya çıkışları da Kitab-ı Mukaddes’te peygamberlerin başından geçtiği söylenen kıssalardan bin yıl sonraya rastlamaktadır! Yani o zaman deve yoktu Filistin topraklarında. 

Bu can sıkıcı gerçekler karşısında İsrailli arkeologlar olayları daha geç bir döneme “taşımak” zorunda kalacak, böylece bilim adamlarından sadır olacak sorgulamaların önü açılacaktır.

 Efsaneler Siyonizmin hizmetinde

Bunun üzerine Kitab-ı Mukaddes’teki kıssaların sonraki dönemlerde ‘parlak ilahiyatçıların’ marifeti olduğuna karar verilir. Üstelik tarihler birbirine karışmakta ustadır. Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkışı MÖ 13. yüzyılda gerçekleşti deniliyordu ama bu sırada Mısır firavunları güçlerinin zirvesinde bulunuyordu. O zaman Hz. Musa, Mısır’ın özgürlüğüne kavuşmuş kölelerini Mısır’a yine köle olmaya mı götürmüş oluyordu? 40 yıl boyunca çölde savaşan 600 bin savaşçı –ki bu aileleriyle birlikte yaklaşık üç milyon insan demekti- ne manaya geliyordu? Üstelik güçlü Mısır Krallığına mensup vakanüvislerin 40 yıl sürdüğü söylenen ve milyonlarca insanın başından geçen muazzam hadiseden hiç bahsetmeyişlerine ne demeli?

Neticede tarihe ayar çekilmesi, başka bir deyişle göstergebilimci Roland Barthes’ın deyişiyle “tarihin ayarlanması” gerekecektir. Soru işaretleri çoğaldıkça tartışma hararetlenecek ve tarihler yavaş yavaş miladi takvimin başlangıcına doğru kaydırılacaktır. 

1967 yılında Kudüs İsrail kuvvetleri tarafından işgal edilince büyük ümitlerle Mescid-i Aksa civarında başlatılan kazılar da Siyonist arkeolog ve tarihçileri hayal kırıklığına uğratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Burada MÖ 10. yüzyıla ait herhangi bir mabet ve sur kalıntısına rastlanmamıştır. Bu da tarihe emretmek için yanıp tutuşanların canını fena halde sıkmıştır tabiatıyla. İşte Mescid-i Aksa’nın altında devam ettiğini basından öğrendiğimiz ve İsrail’in de yalanlamadığı kazılar bu ispatlayamayış hırsının tabii bir sonucudur.

Burada sorulması gereken temel soru şudur: 

Çölden gelerek geniş bir ülkeyi fetheden ve orada görkemli bir krallık tesis eden “inanılmaz bir halkın” antik kökeni üzerine kurulu Yahudi efsaneleri hangi gayeye hizmet etmiştir? 

Cevabı basittir: 

Tabii ki Yahudi millî kimliğinin atılımına ve öncü Siyonist işgal teşebbüsünün meşruiyetine. 

Özetle tarih ve arkeoloji disiplinleri Filistin topraklarında kurulan İsrail’de bu istilacı gayeye hizmet edecek şekilde istihdam edilmiştir: 

“Böylece Eski Ahit, çocuklara ‘kadim ataları’nın kimler olduğunu öğreten laik bir kitaba dönüşürken, yetişkinler onu hemen ellerine alıp şanlı şerefli bir biçimde kolonizasyon (sömürgecilik) ve egemenlik fethi savaşlarına çıktılar.”

Bu uydurma, zorlama ve sunî ideolojik temel üzerine kurulan İsrail’in “etnokratik” (ırka dayalı bir şekilde yönetilen) bir devlet olduğunun altını çizen Şlomo Sand, onun “tekelci ve ayrımcı bir biyolojik ve dinî ethnos’a”, yani sadece Yahudi kavmine hizmet verdiğini vurgular. Bu ise devletin gelişimini engellediği gibi Filistin halkıyla yaşanan sorunları derinleştirmekte ve muhtemel bir çözümü de imkânsızlaştırmaktadır. Zira çözüm için tarih ve arkeolojinin İsrail’e karşılıksız olarak verdiği ‘seçilmiş halk’ hayalinden kurtulunması ve efsanelerin sorgulanmaya başlaması şarttır. 

Bu ilginç kitaptan geleceğe dair bir cümle aktarıp yazıyı bağlayalım izninizle: 

“Ulusun geçmişi esasen düşsel (hayalî) bir mitten kaynaklanıyorsa düş kâbusa dönüşmeden hemen önce geleceği yeniden düşünmeye neden başlamayalım?”

‘Tarih okumak neden önemlidir?’ diye soranlar, tarihçilerin hangi bombaları imal ettiklerini iyi bilmelidir. İsrail’in tarihî Filistin topraklarında Avrupalı bir ideoloji olan Siyonizmin buraya sürdüğü mülteciler tarafından yerli Filistinliler yok sayılarak “icadı”, Gazze topraklarında dünyanın gözü önünde yaşanmakta ve yaşanacak olan katıksız drama da ışık tutacak bir mahiyet arz etmektedir ve bu bakımdan dikkatle değerlendirilmelidir.    

 

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/tecavuzden-dogan-cocuk-israilin-yalanlari-3-49329.html