MUSTAFA ARMAĞAN - VECİHİ HÜRKUŞ’U GÖRDÜM KAAN TÖRENİNDE, AĞLIYORDU - 27 Temmuz 2025 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - VECİHİ HÜRKUŞ’U GÖRDÜM KAAN TÖRENİNDE, AĞLIYORDU - 27 Temmuz 2025 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - VECİHİ HÜRKUŞ’U GÖRDÜM KAAN TÖRENİNDE, AĞLIYORDU - 27 Temmuz 2025 Pazar


Bu yazıyı yazdığım gün İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’nda (IDEF 2025) Endonezya ile Milli Muharip Uçak KAAN’ın ihracatı için tarihi bir anlaşma imzalandı. Anlaşma kapsamında Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) tarafından geliştirilen 48 adet 5. nesil KAAN savaş uçağı Endonezya’ya teslim edilecek. Bu, Cumhuriyet tarihinin savunma sanayii alanında tek kalemde yapılan en büyük ihracatı olarak kaydedildi ve anlaşmanın değeri 10 milyar doları aşıyor.

100 yıl önce kendi imkânlarıyla imal ettiği toplama uçağıyla uçtu diye hapse atılan ve uçağına zincir vurulan merhum Vecihi Hürkuş’un darbe üstüne darbe vurulan havacılık macerasını hatırladım birden. 

Bu bir rüya veya film miydi? Türkiye resmen 10 milyar dolarlık muharip savaş uçağı ihraç ediyordu. Ve bu daha başlangıçtı. 

Çocukluğumda çok okuduğum Vehip Sinan’ın Topuz adlı çizgi romanındaki “sihirli tüy” gibi bir şey takmış olmalıydık başımıza. İstiyorduk ve oluyordu. 

Yeni nesiller (ah onların saflık ve temizlikleri!) sanki Türkiye hep böyleydi zannedebilir. Susuz köy kalmasın kampanyaları düzenlenen bir ülkede KAAN’sız ülke kalmasın kampanyasına evrilmenin nice ihanet, sabotaj ve çelme takma girişimlerine rağmen başarıldığını anlatmak boynumuzun borcu olmalı.

İşte bu sevinçle arşivimin sayfalarına daldım ve Vecihi Hürkuş’un Milliyet gazetesinde çıkan bir yazısına ulaştım. 2 Nisan 1967 tarihli yazıyı bu yeni haberin heyecanıyla okumaya başladım. 

Vecihi Bey vefatından 2 yıl 3 ay önce yayımlanan yazısında aynı gazetede çıkan bir yazıyı hakkı söylemediği için eleştirirken bazı hakikatleri gün yüzüne çıkartıyordu.

İşte o yazıdan kesitler. 

“25 (doğrusu 26) Mart günlü Milliyet’te “Türkiye’de Uçak Fabrikası daha önce neden kurulamadı?” başlığı ile çıkan yazıda, o tarihte Hava Müsteşarlığı yapmış olan Sayın Mecit Sakman “Junkers’in 6 hangarını satın alarak içine birkaç makine koyduk ve adına Kayseri Uçak Fabrikası dedik” diyor!

Hayır, bu ifade doğru değildir. “6 hangar” diye adlandırılan tesis, bilhassa ismi saygıyla yâd edilmek gereken İstiklal Savaşı’nın kahraman kumandanlarından Kemaleddin Sami Paşa’nın Berlin Büyük Elçiliği zamanında, şahsi dostu olan Mareşal Göring’in de alakası neticesi Profesör Junkers ile yapılan anlaşmayla meydana gelmiş, zamanın en modern uçaklarının memleketimizde yapılmasını sağlayan bir Anonim Şirket halinde taazzuv etmişti (kurulmuştu). İsmi de Kayseri Tayyare Fabrikası değil, “Tayyare ve Motör Türk Anonim Şirketi” idi.

Ben bu müessesenin baş tecrübe pilotu olduğum için, mukavelenin (sözleşmenin) metnini yakinen bilmekteyim. O anlaşma hükümlerine göre “Junkers” patentli bütün uçaklar ve motörler bu fabrikada yapılacak ve Türkiye’nin askeri ve sivil ihtiyacı için gerekli uçaklar bu fabrikada yapılacaktı. Bu plân gereğince Junkers müessesesi bütün inşa tezgâhlarını ve “Forrihtung” dediğimiz inşa kalıplarını eksiksiz getirmiş ve fabrika montaj halinde iken, aynı zamanda Hava Kuvvetlerimizin Junkers tipi uçaklarının da teknik bakım ve tamir işlerini yapmaya başlamıştı.

Bu gerçek durum asla inkâr edilemez. Ama bu müessesenin milli bir dava halinde yaşayamamasının sebeplerini başka kanallarda aramak gerektir.”

Şener Şen’in oynadığı bir Yeşilçam filminde ismiyle dalga geçilen Vecihi Bey son derece içeriden ve kemal-i ciddiyetle açıklamalarına devam ediyordu:   

“O tarihte Fransa’nın ve Çekoslovakya’nın tayyarelerini devletimize teklif eden iki mühim firma vardı, bunlar Junkers uçaklarını kötülettiriyor ve Hava Müsteşarlığı milli bir gaye ile meydana gelen yegâne uçak fabrikamıza iş vermemek suretiyle iflasa sürüklenmesine sebep oluyordu. Acaba, Sayın Mecit Sakman’ın o tarihteki Müsteşarlık Fen Şubesinin oynadığı rollerden bilgisi yok mu idi?

Bu karşı tutum sebebiyle Tayyare ve Motör T.A.Ş. 1929 senesinde iflas etmişti. Bu iflas ile bizim kaybımız en hafif deyimle korkunçtur. Eğer yaşasaydı yahut yaşatılsaydı, mevcut mukavele hükümleri mucibince, Alman Hava Kuvvetlerinin en müessir (etkili) hava silahları olan Stuckalar ve “Ju 88”ler bu fabrikada yapılacak, hava kuvvetlerimizin yabancı uçaklara ihtiyacı kalmayacaktı.”

Uçak fabrikasının kapanmasının ardından Nuri Demirağ’a yapılan haksızlığı da dile getirmeyi vazife bilmişti Vecihi kaptan:

“Ayrıca Nuri Demirağ uçak fabrikası da küçümsenecek bir teşebbüs ve teşekkül değildi. Milyonluk yatırımla meydana getirilen ve modern teçhizatlarla işletmeye açılan bir fabrika idi. O tarihteki Türk Hava Kurumu idaresi milli havacılık sanayiimizi teşvik amacıyla bu fabrikaya 12 uçak sipariş verdi, bu uçaklar yapıldı, fakat Türk Kuşu’nun başındaki emekli bir hava subayı tarafından teslim alınmayarak, bu milli teşebbüs de iflasa sürüklendi.”

Sırada Etimesgut Uçak Fabrikası’nın neden kapatıldığı var:

“Nihayet, Türk Hava Kurumu’nun Etimesgut Uçak Fabrikası, yıllarca çalışan ve seri halinde plânör ve uçaklar inşa eden milli bir müessese idi. Türk Kuşu’nun plânör ve uçak ihtiyaçlarını temin etmekle beraber inşa ettiği “Uğur” uçakları üzerinde yıllarca Hava Kuvvetlerimiz(in) pilotları eğitim gördüler. Hatta bu fabrika yabancı firmalara da uçak sattı. Ama bütün bu başarılara rağmen Etimesgut üzerinde vukua gelen bir uçak kazasından sonra o milli fabrikamızı da, Sivil Havacılık Dairemiz tepeden inme bir kararla faaliyetten men etti (yasakladı).”

Yazısının son cümlesi hüküm verir:

“Havacılık sanayiimizin bugünkü elim (üzücü) hali Türk zekâ ve kudretinin aczi mahsulü değil, bu yolun başına geçen bilgisiz kimselerin tutumunun sonucudur.”

Bunların önemi Vecihi Bey’in kaleminden dile gelmesindendir ama Bir Tayyarecinin Anıları adlı hatıratında bize 27 Mayıs 1960 darbesini tezgâhlayanların bir darbe de binbir emekle kurduğu hava yollarına vurduklarını anlatan aşağıdaki satırları bugün KAAN haberlerinin şenliği altında okuyunca insana büsbütün manidar hale geliyor (2018, s. 398).

“Hava yollarım, işletme yerim, atölyem, uçaklarım ve bürom işgal edilmiş, ne ben ne teknik personelim ve hatta teşkilatımın bekçileri iş yuvamıza girmek imkânı bulamadık. Bu yasaklık aylarca sürdü. Bir yolunu sağlayıp mallarımı başka bir yere nakletmek olanağı bulduğum zaman, atölyeme girdiğimde bütün atölyemin bir harabe halinde olduğunu gördüm. Teknik malzemenin yerlere saçılmış halde olduğunu, bürodaki dosyaların parçalanarak yerlere atılmış ve çiğnenmiş bulunduğunu hayretle görmüştüm. Tayyarelerimin durumuna gelince, gövdeler, kanatlar, motorlar, sehpalar parçalanmış ve lastik tekerlekler parçalar halinde kesilmişti. Bu hazin manzaranın ve korkunç ziyanın şikâyet yeri de yoktu. Bu suretle Hürkuş Hava Yolları Kurumu sönmüş ve milli bir varlık yok olmuştu.”

Evet, dostlar bugünlere kolay gelmedik. Vurulmadık darbe, indirilmedik yumruk kalmadı ama düşmedik, düşe kalka da olsa yürüdük ve IDEF’in kapısına geldik. 

 

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/vecihi-hurkusu-gordum-kaan-toreninde-agliyordu-49679.html