‘Kurb’ kelimesi sözlükte “yakın” anlamına gelir. Bu kelime genellikle karşıtı olan ‘bu’d’ (uzak) ile birlikte kullanılır. Burada, “yakınlık ve uzaklık, zaman, mekân, mesafe, makam ve mensubiyet açısından düşünülebilir. Kur’ân’da müşriklerin Mescid-i Harâm’a yaklaştırılmaması anlatılırken mekân (Tevbe, 9/28), insanların hesap verecekleri günün yaklaşmakta olduğundan bahsedilirken zaman (Enbiya, 21/1) itibariyle yakınlık kastedilmiş, miras hukukundan söz eden âyetlerde geçen “yakınlar” ifadesiyle (Nisâ, 4/7) de nesep yakınlığı anlatılmıştır. Ancak gerek Kur’ân’da gerekse hadislerde ‘kurb’ ve ‘bu’d’ kelimeleri daha ziyade manevî yakınlığı ve uzaklığı ifade etmektedir.1
“Kurban” sözlükte mastar olarak “yaklaşmak”, isim olarak da “Allah'a yakınlık sağlamaya vesile kılınan şey” anlamına gelir. Kurban, maddî ve manevî her türlü yakın olma, yaklaşma anlam yelpazesine sahip bir kelimedir. Bu, tâatler ile kâim olmaktır; yani kulun her şeyle Allah’a yaklaşmasıdır.
Dinî terminolojide kurban, kendisiyle Allah’a yakınlık sağlamak; yani ibadet (kurbet) amacıyla belli vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usûlünce kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.2 İslâmî literatürde ibadet amacıyla kesilen hayvana “udhiyye” (dahıyye) denir. Aynı kökten olmak üzere kurban kesme işine “tadhıye”, kurban kesilen güne “yevmü'ladhâ” ve Kurban bayramına da “îdu'ladhâ” denir. Udhiyye diye adlandırması, hayvanın kurban bayramında kuşluk vaktinde (duhâ) kesilmekte oluşuyla açıklanır.3
Kur'ân-ı Kerîm'in iki âyetinde “kurban” kelimesi geçer. Bunlardan birinde Hz. Âdem’in iki oğlunun (Allah'a) kurban takdim ettiklerinden söz edilir. “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), "Andolsun seni öldüreceğim" dedi.” Diğeri de, "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi.”4 Diğer bir âyette ise kelime, müşriklerin, Allah’tan başka edindikleri tanrıları “yakınlık vasıtası” kılmaları anlamında kullanılır. “Allah'tan başka kendilerine yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, onları bırakıp gittiler. Bu onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.”5
İnsanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulamalarının bulunduğu tespit edilebilmekte; fakat gerek kurbanlıklar ve kurban etme/kesim şekilleri gerekse kurbanın amaçları bakımından farklılıkların bulunduğu gözlenmektedir. Mesela bazı dinlerde başta tahıl olmak üzere bir kısım bitkilerin veya paranın (kansız cisimlerin) kurban edildiği bazılarında ise kanlı kurbanlıklar arasında insanın da yer aldığı görülmektedir.
Kur'ân-ı Kerim’deki bir âyetten ilâhî dinlerin hepsinde ibadet amacı ile hayvan kesme anlamında kurban hükmünün teşrî kılındığı anlaşılmaktadır:
“Biz, her ümmete (Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah'ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlâhınız, bir tek İlah'tır. Öyle ise, O'na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevazı insanları müjdele!”6
İslâmiyet’in dışındaki aslı ilâhî olan ve fakat tahrif edilen Yahudilik ve Hristiyanlıkta kurbanla ilgili değişik anlayış ve uygulamalar bulunmaktadır. Bu arada Hıristiyanlıkta Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi, kurban kavramına özel bir anlam katmakta, insanoğlunun günahına karşılık Baba'sının Hz. İsa'yı fedâ ettiğine inanılmaktadır. Bu inancın, insan için insanın kurban edilmesi anlamını içeren bir motif oluşturmasına karşın; Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Allah'ın buyruğuna canı gönülden teslim olma konusunda verdikleri başarılı sınava değinildikten sonra, ilâhî bir armağan olarak gönderilen hayvanın boğazlanması istenmiştir. Böylece insanın kurban edilmesi anlayışı kabul edilmemiştir (Sâffât, 37/102-107). Bir başka âyette de kurbanın ancak Allah'ın hoşnutluğunu kazanma iradesi ile değer kazanacağına işaret edilmiştir (Hacc, 22/37).
İslâm'da kurbanın dinî bir hüküm oluşu Kitab ve Sünnet ile sabit olup teşrî kılınmıştır. Resûl-i Ekrem’in hicretin ikinci yılından itibaren kurban kesmeye başladığını, hac ve umre esnasındaki uygulamalarını ve kurbanla ilgili çeşitli açıklamalarını hadislerden öğrenmekteyiz.7
“Şimdi sen Rabbin için namaz kıl / kulluk et, kurban kes.”8
El-Berâ ibn Âzib (ra) şöyle demiştir: Peygamberimiz (sav) kurban bayramı hutbesinde: “Bu günümüzde ilk yapmaya başlayacağımız iş, namaz kılarız, sonra (evlerimize) döner ve kurbanlarımızı keseriz. Her kim böyle yaparsa sünnetimize uygun iş yapmış olur.” Hadisin Enes ibn Malik (ra) rivayetinde, “Her kim namazdan evvel kurbanı keserse, o ancak kendi nefsi için kesmiş olur. Her kim namazdan sonra keserse nüsükü yani kurban kesme ibadeti tamam olmuş ve Müslümanların sünnetine isabet etmiş olur.”9 Görüldüğü gibi hem kurban kesmenin ehemmiyeti hem de bu kurban kesmenin zamanında yapılmasının Müslümanların üzerinde bulunduğu yola uygun olduğu bildirilmektedir.
Kurban ibadetinin fıkhî açıdan değerlendirilmesinde görüş farklılıkları vardır: Dinen aranan şartları taşıyan kimselerin -Müslüman olmak, akıllı ve bulûğa ermiş olmak, yolcu olmamak yani mukim olmak ve belirli bir mali güce sahip olmak- Kurban Bayramı’nda kurban kesmeleri imâm Ebû Hanîfe'ye göre vacip diğer çoğunluğa göre ise vacip değil müekked sünnettir. Kesilecek hayvan, koyun, keçi, sığır, manda, deve veya türdeşleri olabilir. Koyun ve keçi cinsinden hayvanlar bir yaşını doldurmuş -koyunun semizlik ve gösteriş olarak bir yaşındakilerle aynı olması halinde altı aylık da olabilir-, sığır ve manda cinsinden olanlar iki yaşını ve deve ise beş yaşını tamamlamış olanlardan kesilebilir. Genel olarak kesilecek hayvanın sağlık ve organ kusurunun olmaması; azaları tamam olması gerekir. Koyun, keçi türü hayvanları bir kişi sığır, deve türlerini ise yedi kişiyi aşmamak üzere ortaklaşa kesebilir. Ortakların tümünün Müslüman olması ve kurban için aynı niyette olması gerekir. Kurbanın derisi, yünü vs. eti dışında kalan parçaları satılırsa tasadduk edilir veya kurban sahibi tarafından tüketilip kullanılabilir. Ancak satılıp gelir temini amacıyla alıkonulamaz. Kasaba kestirilmişse kesim ücreti kurbanın eti veya derisiyle veya bunların parasıyla ödenemez. Kurbanı kesen kimse “Bismillâhi Allahü ekber” der. Kurban sahibi kurbanın etinden yiyebilir, bakmakla yükümlü olduğu kimselere yedirebilir, zengin bile olsalar eş, dost ve akrabaya hediye edebilir ve ayrıca ihtiyaç sahiplerine de verilebilir. Bu hayvanların erkek veya dişi olması arasında fark yoktur. Kurban belirlenmiş vakit içinde; kurban bayramının ilk üç günü bayram namazı kılınma vaktinden sonra 3. günün akşamına kadar kesilmelidir. Bir ev halkı için tek bir kurban yeterlidir. Ve bütün bu şartları ancak anlamlı kılan, kurbanın ibadet kastıyla Allah için kesilmiş olmasıdır.10
Kurbanı, eti ve derisi için kesimden (zebîha) ayıran temel fark, onun Allah’ın rızâsını kazanma ve emrine boyun eğme amacı/niyetiyle kurbanlık olarak kesilmiş olmasıdır. İbadetin özünü teşkil eden bu gaye ancak şâriîn bildirdiği amaç ile ve bildirdiği şartlara uyulması halinde gerçekleşmiş olur.11
Kurban kesiminde Allah’a ulaşacak olanın kan ve etin değil, ancak samimiyet ile Allah’a yöneliş olan takvanın belirtilmiş olması, kastı izah açısından belirleyicidir. Nitekim bütün ibadetlerde de aslolan samimiyetin gerekliliğidir. İbadetlerimizde bizi Allah rızasına ulaştıracak olan temel unsur, kalplerimizin takvası, yani bütün ibadetleri gösterişten uzak olarak sadece Allah rızası için ve O’nun emrettiği şekilde yapma çabasıdır. Bu da doğal olarak Kur’ân ve Sünnet’te karşılığı olmayan bid’at ve hurafelerden uzak bir îman ve amel demektir. Nitekim Rabbimiz, “Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!”12 buyurmaktadır.
Müşriklerde Kurban İnancı
Kur’ân öncesi dönemde müşrikler Tanrı’nın varlığına inandıkları gibi Tanrı’yı birçok noktada da tevhid ediyorlardı. Meleklere, cinlere, gaybe inandıkları gibi haccediyor, kurban kesiyor, adak adıyorlardı. Bazılarının şirk üzerine oldukları halde, oruç tutup namaz kıldıkları, nikâh kıyıp mehir verdikleri, sünnet olup hatta ahirete inananlarının olduğuna dair Kur’ân’da, hadis kaynaklarında ve siyer kitaplarında geniş bilgiler vardır.
Bütün bunların yanında müşriklerin, putlara yaratıcı mânâsında tapmadıkları halde; Allah (c)’ın sıfatlarından bir veya bir kaçını putlarına vermiş olmaları, onlara kutsiyet atfederek Allah (cc) ile putları arasında özel bir bağ kurarak şefaatçiler kabul etmeleri, esas itibariyle onların şirkinin özüydü. Allah (cc)’ın hükümranlığını bölüştürerek kendilerine ve/veya putlarına izafe etmeleri, şirklerinin pratikteki yansımasıydı. Zaten onların ‘ortak koşan’ diye adlandırılmaları, Allah’ın varlığına inandıkları halde, zatında ve sıfatlarında ona ortaklar tanımış olmalarındandı. Onları müşrik kılan sebep, Allah’a ait yetki ve hükümranlığı kendilerine ve/veya yaratılmışlardan ölü veya diri, canlı veya cansız, somut veya hayalî bir şeylere vermiş olmalarıydı.
Araplar putlara tapmayı yaygınlaştırarak basitleştirmişlerdi. Bazıları bir tapınak, bazıları da bir put edinmişlerdi. Bir puta veya bir tapınağa gücü yetmeyen, Kâbe’nin veya diğer tapınaklardan birinin önüne hoşuna giden bir taşı diker, sonra tapınağı tavaf eder gibi onu tavaf ederdi. Birisi bir yolculuk sırasında konakladığında, dört tane taş alır, içlerinden en güzelini seçerek onu İlâh edinir, diğer üçünü de tenceresine pişirme taşı yapardı. Ayrılırken onu orada bırakırdı. Başka konaklayışlarında da aynı şeyi yapardı. Araplar bütün bu taşlara kurban keserler, hayvan boğazlarlardı. Böylece onlara yaklaştıklarına inanırlardı. Bununla birlikte Kâbe’nin hepsine üstünlüğünü tanırlardı; Hac ve Umre için ona giderlerdi.13
Arapların hepsi Menât putunu sayarlardı (çevresinde kurbanlar keserlerdi). Evs Kabilesi, Hazrec Kabilesi, Mekke’de, Medine’de ve komşu bölgelerde oturan herkes ona (Menât putu) saygı gösterir, kurbanlar ve hediyeler sunardı.14 Bütün bunları dindarlık hamasetiyle yaparken, Kur’ân’ın bildirimiyle Allah’a ortaklar isnat etmiş oluyorlardı!
“Câhiliyye Araplarının inanç sisteminde ruh ve görünmeyen varlıklara inanmanın önemli bir yeri vardır. Yapılan araştırmalar câhiliyye dönemi inanç sisteminin kurban (zebâih) ve ruhlar âlemini emir altına alma (teshîru âlem-i ervâh) esaslarına dayandığını ortaya koymuştur. Onlara göre ruhlar, ferdin hayatında ilâhlardan daha tesirlidir. Bu sebeple saadet ve mutsuzluğun anahtarlarını ilâhlardan daha çok onlarda görüyor, onlara yaklaşmaya ve onlardan faydalanmaya (tevessül) çalışıyorlardı. Kaynaklarda onların cinleri, yeryüzünün iradesinde rablerin ortakları olarak kabul ettikleri ifade edilmektedir. Araplarda ayrıca melek inancının da bulunduğuna15 Kur’ân’ı Kerim işaret etmektedir.”16
Değerli âlim M. Hamdi Yazır konuya dair ufuk açıcı ilmî tespitlerde bulunur. Bilinmeli ki, velileri, peygamberleri veya ruhlarını ya da melekleri müşriklerin araya giren mabudları gibi bir ilâhlık payı vererek sevmek, onları severken Allah’ı ve Allah’ın emirlerini unutmak, onların adına kurbanlar kesmek, ayinler yapmak, onların isimlerini “Bismillah” gibi işlerin başı kabul etmek, “Onları, Allah’ı sever gibi severler”17 ifadesinin tam anlamıyla karşılığıdır. Şüphe yok ki, bu inanışlar, şirk ve küfürdür... Çünkü kulluk duygusu insanlarda yaratılıştan geldiği için gerçek ve gelişmiş din ilmi sönünce, insanlar, ilk câhiliyye devrindeki efsanelerle gönlüne doğan acayip hevesler içinde ibadete çalışırlar. Hurafelerle boğulur, giderler. Ölü veya diri, cansız veya canlı putlara bağlanırlar… Bununla beraber “Yuhibbûnehum” “Onları severler” ifadesindeki akıl sahiplerine ait olan “onlar” zamiri bunların özellikle akıllılar kısmını açıkça ifade etmektedir. Bunun içindir ki, değerli tefsirciler, denk, benzer manasına gelen “endâd”ı “Allah’a isyanda itaat ettikleri liderleri, başkanları ve büyükleri” diye açıklamışlardır.18 Burada temel ayraç, ‘Allah için sevmek’le ‘Allah’ı sever gibi sevmek’ arasındaki farktır. Birincisi, Allah için muhabbet iken sevap; ikincisi, Allah’a sevgide endâd denk/ortak koşmaktır ve şirktir.
“Câhiliyye döneminde insanlar, kurban kestikleri vakit, kurbanların kanlarını Kâbe’nin yüzüne sürerler, etleri dizip taşların üzerine koyarlar ve “Onlardan bir şey yememiz bize helâl değildir. Onları Allah rızası için kurt kuş yesin diye koyduk.” derlerdi.”19 Bütün bu inanış ve tavırlarında, Allah’a ait olan, helâl haram koyma hakkının gasb edildiğini görüyoruz. Rabb Teâlâ bu inanışlarını da;
“...Artık onlardan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin.”20 emri ile düzeltiyordu.
Kureyş kabilesi en büyük putları olan Uzzâ’ya hediyeler sunar, yanında kurbanlar keser ve Kâbe’yi tavaf ederlerdi. Galsad putuna kurban sunacak kişi, din görevlisinden ödünç bir elbise alırdı.
Hz. Ömer (ra)’in Hudeybiye ağacını kestirmesine kaynaklık eden tevhidî duyarlılığın özünü, gerçekte Rasûlullah (sav)’in tavrında görüyoruz. Bu, Rasûlullah (sav)’in, Huneyn’e çıkıldığında, Leysi (ra)’nin rivayet ettiği hadisteki olaya müdahalesidir. Kureyş kâfirlerinin silâhlarını üzerine asıp yanında kurbanlar kesip, itikâf yaptıkları ağaç gibi peygamberin de kendilerine böyle bir ağacı, Zat-ü Envât kılmasını21 istemeleri üzerine Allah Rasûlü:
-Allahu Ekber! Muhammed’in nefsi elinde olana kasem ederim ki, siz, Musa’nın kavminin Musa’ya şu dediği gibi dediniz:
“Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! dediler.”22 Rasûlullah (sav) öncesi câhiliye dönemine dair değindiğimiz bu tespitler23 günümüz câhiliyesini ve kurban olgusunu doğru okuyabilmek için önemli ipuçlarına sahiptir.
Kurban Kesmek ve/veya Adamak Bir İbadettir
Kurban kesmek bir ibadettir. İbadetin ancak Allah’a yapılması gerektiği dikkate alındığında kurbanın da ancak Allah için kesilmesi gerekir. Aksi durumda Allah’tan başkası için kurban kesimi söz konusu olur ki, bunun da hükmü şirktir. Her bir Müslüman’ın şirkten sakınması gerektiği ise izahtan varestedir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Şüphesiz benim namazım, kestiğim kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.”“O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.”24 Âyette, Rasûlullah (sav)’e hitaben, “De ki” diye buyrulmuş olması, tüm insanlığa bir hitap; müşriklere bir uyarı ve Müslümanlara da sınırların hatırlatılmasıdır.
"Şimdi sen Rabbin için namaz kıl / kulluk et kurban kes."25 “Kurban kes” ifadesinin yer aldığı “Bu âyetin mânâsı, “Ey Muhammed! Nasıl ki sadece Allah için namaz kılıyorsun işte aynı şekilde Allah için kurban kes.” Allah’a namaz ve kurbanla şükret ve yaklaş. Namaz ve dua ile yardım dilediğin gibi aynı şekilde namaz ve kurbanla da yardım dile ve müşriklerin itham ve suçlamalarına karşı metanetle diren denilmektedir. Bu âyet ile kurban kesmenin apaçık bir şekilde ibadetlerden olduğu bildirilmektedir. Allah Teâla bu amelin sadece ve sadece kendisine yapılmasını emretmekte ve namazla birlikte zikretmektedir. Görülen o ki, Allah'tan başkasına yaklaşmak, onu yüceltmek, fayda elde etmek, medet beklemek ve daha başka sebeplerle Allah’tan başkası için hayvan kesmek, insanı, İslâm milletinden çıkartan büyük şirktir.
Putlar için, mezarlar için, kendisine fayda sağlayacağını zannettiği ölü veya diri bir kimse için ya da bir kimseye saygı gösterdiğini belli etmek için kurban kesmek büyük şirktir. Kurban kesen kişi ister doğrudan doğruya Allah'tan başkasının adını zikrederek kurban kessin, isterse Allah'a yaklaşacağını zannederek Allah'tan başkasının adıyla kurban kessin fark etmez, büyük şirk işlemiş ve İslâm dininden çıkmış olur. Allah'tan başkası için hayvan kesilirken Allah'ın ismi zikredilse bile bu hayvanın etini yemek haramdır. Netice küçük veya büyük olsun, önemli veya önemsiz addedilsin Allah’tan başkasına kurban kesmenin şirk olmasıdır. Zira kurban ibadettir ve ibadet de ancak Allah’a yapılır.
“Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır.”26
“Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı.”27
“…dikili taşlar üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı.”28
Yukarıdaki, “Kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmayan…” “Allah’tan başkası adına kesilen…” ve “Dikili taşlar üzerine boğazlanmış hayvanlar size haram kılındı” âyetlerinde görüldüğü gibi istisna ve açık kapı tanımayan genel karakter; Allah’ın adını anmama, Allah’tan başkasının adını anma ve dikili taşlar üzerine boğazlamanın haram kılınmış olmasıdır. Burada Allah’ın adının anılmaması kastı içeren bir terktir. Allah’tan başkası adına kesilmesi ise daha açık ve net bir durumdur. Burada adı anılan Allah’tan başkasının, canlı, cansız; nesnel putlar veya soyut tahayyüller; geçmişte yaşamış salih kullar veya zamanla bunlar için oluşturulan kabir ve mekânlar olması fark etmez. Hatta Allah’tan gayrısı adına kesilirken adananın orada olup olmaması da fark etmez. Çünkü buradaki haramlık, ibadet olduğu halde Allah’tan başkasını anarak ona tapınmayı ve ona saygı göstermeyi amaçlamış olması gerekçesine dayanır.
“Dikili taşlar üzerine kesilenlere gelince”, “Câhiliye Arapları kendilerini putlarına yaklaştırsınlar diye hayvanlarını bu taşlar üzerinde kesmiş oluyorlardı. Bu taşlar üzerinde kesilen hayvanların haram olması, bu kesimlerin putlar için veya putlara adanarak yapılmış olmasından kaynaklanıyordu. Bu da Allah’tan başkası için yapılan bütün hayvan kesimlerinin haram olmasını gerektirir. Çünkü bir hayvanın belirli bir yerde kesilmiş olması ancak Allah’tan başkası için kesilmiş olması bakımından önem taşıyabilir. Bu yüzden bilindiği gibi Peygamberimiz (sav) müşriklerin putlarını sakladıkları yerlerle, bayram şenlikleri düzenledikleri yerlerde hayvan kesimi yapılmasını hoş karşılamamıştı. Demek ki, belirli bir yerde kesilen bir hayvanın etinin mekruh olması orasının şirk yeri olmasından ileri gelebilir. Buna göre kesim işlemi gerçekten Allah’tan başkası için yapılınca bu olayda haram olma realitesi de meydana gelmiş olur. Dikili taşlar üzerine hayvan kesmek, dikili taşlar için “dikili taşlara” hayvan kesmek demektir…
Âyette “Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar” deyimi, Allah’tan başkası için kesilen kurbanları” ifade eder. Burada “Allah’tan başkası”nın kimliği ister dile getirilsin, isterse getirilmemiş olsun, böyle kesilen bir hayvanın eti, et elde etmek amacı ile kestiği bir hayvanın “İsa adına” diyerek kesmesinden daha kesin ve ağır bir haramdır. Dolayısıyla nasıl ki dua bir ibadettir ve ancak Allah’a yapılmalıdır; namaz bir ibadettir ve ancak Allah’a yapılmalıdır aynı şekilde kurban da bir ibadettir ve ancak Allah’ın adıyla ve de ancak Allah için yapılmalıdır. Buradaki vurgu hem Allah’tan başkası adına kesilmiş olmasına ve hem de Allah’tan başkası için kesilmiş olmasının haramlığınadır…
Rasûlullah (sav) bayram şenliklerinde deve öldürme yarışlarını (muakara) yasaklamıştır. İbn-i Abbas’a bu deve öldürme yarışı hakkında ne düşündüğü sorulduğunda O, “Korkarım ki, bu, Allah’tan başkası için hayvan kesme kapsamına girer” diye cevap vermiştir. Yine bu konu ile ilgili şöyle bir olay nakledilir: Bir şenlik vesilesiyle ancak zevk uğruna, yarışma kastıyla yapılan deve kesme yarışı yapıldığı haberi üzerine ahali de oraya kesilen develerin etlerinden pay almak için yönelmişlerdi. O sıra da Kûfe’de olan Hz. Ali (ra) bu olayı öğrenir öğrenmez olay yerine yetişir ve, “Ey ahali! Sakın bu develerin etlerini yemeyiniz. Çünkü bu develer Allah’tan başkası için kesilmişlerdir.” diye seslenir. Burada dikkate şayan incelik; develer, dizleri kesilerek öldürülmesine rağmen “Develeri öldürmeyin” uyarısından öte, şiddetle, “Sakın bu develerin etlerini yemeyin” denilmiş olmasıdır. Görülen o ki, Allah’tan başka bir amaç için kesim Allah’tan başkası için bir kesimdir. Bu ister Allah’a yakınlık için vesile edilen biri için kesim olsun ister bizatihi başkasının yakınlığını kazanmak için yapılan kesim olsun isterse de doğrudan doğruya Allah’tan başkası için ve başkasının adıyla yapılsın fark etmez.29
Bir Adayış Öyküsü
Kur’ân’da bize anlatılan her bir kıssa muhakkak ki ibret alınmak için anlatılmıştır. Kur’ân, anlatılan kıssaların öylesine mesel olsun diye anlatmadığını bildirmektedir. İşte Kur’ân’da bahsi geçen kıssalardan biri de İmrân âilesi kıssasıdır. Bu kıssa ile esas itibariyle Allah’a güzel bir adayışta bulunan İmrân âilesi öyküsü verilmektedir.
“Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim âilesi ile İmrân âilesini seçip âlemlere üstün kıldı.” “Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir.”30
“İmrân'ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin”
“Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken: Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum, dedi.”
“Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir, derdi”31.
“Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.”
“Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.”
“Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.”
“Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
“Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.”
“Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O'nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.”
“(Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.”
“Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır.”
“O, sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.”
“Meryem: Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir.”32
“(Resûlüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’ân'dan okuyoruz.”
“Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi.”33
Kurban, adayış öyküsünün sembolü ibadettir. Kulun Rabbine adağı kurban, her dem yüz yüze olunan imtihanın diğer adıdır aslında.
Takva ile Takdim: Habil ve Kabil’in Kurbanı
“Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi.”34
"Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."
"Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur."
“Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.”
“Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş) "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan oldu.” 35
Tevhid Bilinci: İbrahimî Samimiyet İsmailî Teslimiyet
Her kurban sahnesi, aslında İbrahim gibi olmanın muhasebe imkânıdır. İbrahim (as), oğlunu, ciğerparesini tam da beraber yürüyüp gezecek çağa erişince evet o biricik yavrucuğunu Allah’a kurban etmeye hazırdı. İşte her kurban kesecek için bu Kur’ân sahnesinin tefekküründe sonsuz fayda vardır. Gerçek ve açık olan İbrahim imtihanında bizim için tevhidi ikrar, samimiyeti test ve teslimiyeti ispat imkânı vardır. Muhakkak surette her bir Kur’ân kıssasında hayat vardır.
“(Oradan kurtulan İbrahim:) "Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek".
“O : "Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver", dedi.”
“İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.”
“Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.”
“Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca:”
“Biz ona: " Ey İbrahim!" diye seslendik.”
“Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.”
“Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.”
“Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.”
“Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık:”
“İbrahim'e selam! dedik.”
“Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.”
“Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.”36
Bu duruş, hakîkaten zorlu bir imtihandır. Bu imtihan, peygamber olan baba ile oğlu arasında cereyan etmiştir. Burada bir ân durup düşünmek; benim İsmailim ne? Ciğerparem, yavrum, gözümü üzerinden ayırmadığım İsmailim kim? İşte dürüst bir cevapla adı konulabilecek herkesin biriciği onun İsmailidir. Bu, bazen yavrucağınız, bazen makam mevkiîniz, bazen de daha farklı yitirmek istemeyeceğiniz bir varlığınız olabilir. İşte onu Allah’a kurban edebilmek İbrahim gibi İsmailini adayabilmektir. İsmailiniz, adamanız gereken, sizi Allah’tan alıkoyan, ona ulaşmanıza, O’nun emir ve yasaklarına uymanıza engel olan her bir şeydir. Zulüm düzeninde tevhid eri olarak siz İbrahim gibi bizatihi İsmailinizi adamakla hem de güzel bir adayışla karşı karşıyasınız artık. İsmail, İbrahim’in evlenmesinin hemen ardından dünyaya gelen bir çocuk değil, Allah’ın İbrahim’e zorlu mücadelelerin yorgunluğu ardından ve de oldukça yaşlanmış döneminde bir ikramıydı. İşte o, bu yürek hassasiyetiyle İsmail’e bakıyor ve onu Rabbine kurban etmeye yöneliyordu. İsmail de tereddütsüz ve bir o kadar samimiyetle, “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap” söyleyecek kadar huzurluydu. Bununla kalmayan İsmail, “İnşallah beni sabredenlerden bulursun”, söyleyerek de babasına teselli veriyordu.
Bu anlamıyla bizim için de, “İsmail yerine bir koyun kesmek kurbandır. Fakat yalnızca kurban kesmek için bir koyun kurban etmek kasaplıktır.”37 Bu sahneler ibret dolu imtihan sahneleridir. Allah’ın İbrahim’den istediği onun İsmaili idi, bizden istenen de bizim İsmaillerimizdir. Bu samimiyete ve tam teslimiyete Allah’ın ikramı ise bağışlamadır... Bağışlanacağı için adanmaz, adandığı için bağışlanır… Zira Allah, en güzelini hesapsız olarak adayana sonsuz ikramda bulunur ve müjdeler. Bu müjde, bazen takva ile sunulan kurbanın kabulü, bazen hür olarak adanana verilen müjdedir. Dahası İbrahim’in İsmail’ine karşılık bir bağışlanma; mesaja ve bilince dönüşen bir kurbandır.
Kurban ibadettir, ibadet ancak Allah’a yapılır. Kurban adayıştır. Sahip olunanların en güzelini Allah için sunma kastedilir bununla. Adayış, karşılıksız ve gözü arkada kalmadan yapılırsa kurbandır… İmrân âilesi gibi İbrahimce ve takva üzere... Kurbanınız mübarek olsun.
1- Süleyman Ateş, “Kurb” mad. İslâm Ansiklopedisi, (I-XLIV), İSAM, Ankara 2002, cilt: 26, s. 432-433; bkz. Bakara, 2/186; Kaf, 50/16; Enbiyâ, 21/109; Fussilet, 41/44.
2- Ahmet Güç, “Kurban” mad., İslâm Ansiklopedisi, (I-XLIV), İSAM, Ankara 2002, Cilt: 26, s. 433-435; bkz. Seyyid Şerif Cürcânî, “Kurb” mad. Kitabu’t-Ta’rîfât, trc. Arif Erkan, Bahar Yay., İstanbul 1997, s. 179.
3- Güç, “Kurban” mad., Cilt: 26, s. 433-435; bk. Beşir Gözübenli, “Kurban” mad., İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış, Editör: İbrahim Kâfi Dönmez, İFAV, İstanbul 2006.
4- Mâide, 5/27; bk. Mâide, 5/27-31.
5- Ahkâf, 46/28.
6- Hacc, 22/34.
7- Bkz. İbrahim Kafi Dönmez, İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış, İFAV, İstanbul 2006; Güç, “Kurban” mad., Cilt: 26, s. 433-435; Ali Bardakoğlu, “Kurban” mad., İslâm ve Toplum, İlmihal II, TDV, Ankara, 2004.
8- Kevser, 108/ 2.
9- Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, (I-XVI), terc. Mehmet Sofuoğlu, Ötüken Yay., İstanbul 1988, cilt: 12, s. 5616, 5617.
10- Bk. Gözübenli, “Kurban” mad., İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış; Bardakoğlu, “Kurban” mad., İslâm ve Toplum, İlmihal II,; Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, (I-IV), terc. Tayyar Tekin, Pınar Yay., İstanbul 1992, Cilt: 3, s. 155-161.
11- Bardakoğlu, “Kurban” mad., İslâm ve Toplum, İlmihal II.
12- Hacc, 22/37.
13- İbn al-Kalbi, Kitâb al-Asnam, Çeviren: Beyza Düşüngen, Ankara Üniv. İlâhiyat Fak. Yay., Ankara 1969, s. 39; Sîret-i İbn-i Hişam, (I-IV), Terc. Hasan Ege, Kahraman Yay., İstanbul 1985, Cilt: 1, s. 124.
14- İbn al-Kalbi, Kitâb al-Asnam, s. 29.
15- Sâffât, 37/150; Zuhruf, 43/19; Necm, 53/27; bk. İzzet Derveze, Kur’ânü’l Mecid, Çeviren: Vahdettin İnce, Ekin Yay., İstanbul 1997, s. 156-160.
16- İlyas Çelebi, İslâm İnancında Gayp Problemi, İFAV, İstanbul 1996, s. 36, 37.
17- Bk. “İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.” (Bakara, 2/165).
18- M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirme: Heyet, Azim Yay., cilt: 1, s. 474-477; “Hûm” şahıs zamirinin put ve ilâhlar için kullanılışına dair bk. Kitâb al-Asnam’a eklene notlardan: 104,124.
19- İbn-i İshak, Siyer, Akabe Yay., Yayına hzr. Muhammed Hamidullah, Çeviren: Sezai Özel, İstanbul 1988, s. 152-153.
20- Hacc, 22/28.
21- Sîret-i İbn-i Hişam, cilt: 4, s. 115; El Heytemi, Mürtedin Hükmü, Hak Yay., Çeviren: Hail Müftüoğlu, İstanbul, s. 78.
22- A’râf, 7/138.
23- Bkz. Ahmet Yusuf Özütoprak, Dini Doğru Anlamak, Pınar Yay., İstanbul 1997, s. 31-40 (Ramazan Yazçiçek, Dini Doğru Anlamak, Ekin Yay., İstanbul 2023, 7. Baskı).
24- En'âm, 6/162-163.
25- Kevser, 108/ 2.
26- En’âm, 6/121.
27- Bakara, 2/173.
28- Mâide, 5/3.
29- İleri okumalar için bk. İbni Teymiyye, Sırat-ı Müstakîm, (I-II), trc. Salih Uçan, Pınar Yay., İstanbul 1991, Cilt: 2, s. 56-64.
30- Âl-i İmrân, 3/33-34.
31- Âl-i İmrân, 3/35-37.
32- Âl-i İmrân, 3/38-47.
33- Âl-i İmrân, 3/58-59.
34- Mâide, 5/27.
35- Mâide, 5/28-31.
26- Sâffât, 37/99-111.
37- Bkz. Ali Şeriatî, Hacc, trc. Fatih Selim, Bir Yay., İstanbul 1985, 4. Baskı, s. 114-134.