Tam 3000 mil, Mağrip’in 3000 mil doğusunda. Bir hayli uzakta. Mesafe ne denli uzak, yolculuk ne kadar zorlu olsa da yolcunun kalbi son derece istikrarlıydı. Geçmişte pek çoklarının yaptığı gelecekte nicesinin yapacağı gibi.
Hedefine koymuştu. İlk yolculuk hac niyetiyle Kâbe’ye olacaktı. Rüyasında görmüştü bir gece, devasa bir kuşun kanatlarında Nil üzerinden Kahire’ye uçuyor sonra da Kızıldeniz’i geçerek Mekke’ye varıyordu. Bu niyet kalbindeyken yere göğe sığmıyordu genç yolcu. Bir kez duymuştu gidip görenlerden; Kâbe’ye varmak ve onun karşısında durmak kalbi dönüştürüyordu. Rüyalarında gördüğünü gözleriyle görmek için rahatını terk etmeye hazırdı artık.
Ortaçağ'ın en gözde Müslüman seyyahı, Berberî Mağrip bilgini ve kaşifi İbn-i Battûta. Tam ismi Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. İbrahim el-Levatî et-Tancî. Miladi 1304’de Tanca’da dünyaya gözlerini açıyor.
Hayatı boyunca o gözler hep merakla hep hayretle bakacaktı. Her köşesi ayrı bir masal katmanına benzeyen memleketinde nasıl bir çocukluk geçirdi? Evine çıkan yokuşu günde kaç kez inip çıktı, kaç kez düşüp dizlerini kanattı? Medresede hangi dersi sevdi en çok? Uzakları ne zaman ve nasıl koydu aklına? Tüm bu sorular ve daha fazlası merak edenleri heyecanlandıracak cinsten. Şüphesiz soruları çoğaltmak da mümkün. Ancak onun kalbindeki yangına odaklanıp, asırlardır ilham vermeye devam eden yürüyüşünün hakikatini kavramaya çalışmak daha makul sanki.
Memleketi Tanca’dan bismillah diyerek yola koyulan İbn-i Battûta, Afrika'nın renkli ve hareketli katmanlarından Asya'nın en ucuna varıncaya kadar mesafeler aştı. Arşivlerdeki kayıtlar İbn Battûta’nın seyahatinin yirmi sekiz yıl sürdüğü yönünde. Seyahatlerine 1325’te henüz yirmi bir yaşında iken Mağrip Sultanı Ebû Saîd el-Merînî döneminde Tanca’dan hac niyetiyle yola çıkarak başlamış. Adeta hayatının miladı olan bir başlangıç. Hem de yolların başlangıcına doğru. Mağripli seyyahın seyahatleri 1353 yılında Fas’a dönüşüyle tamamlanıyor. Ancak biriken hatırat vefatına kadar hep onunla kalmış olsa gerek.
“Kazâ ve meşihat benim ve atalarımın mesleğidir” vurgusuyla ailesinin maişet kaynağına işaret eden İbn Battûta, ziyaret ettiği birçok ülkede kadılık makamına getirilmiş ve kendisine bazı diplomatik görevler verilmiştir. Seyahatlerinde Türklerin, Moğolların, Maldivlilerin hükümdarlarıyla tanışmış, onlardan aldığı hediyelerle yol masraflarını karşılamıştır.
Orta İran, Kafkasya, Kuzey Avrupa, Japonya ve Afrika’nın güneyi hariç neredeyse kadim dünyanın tamamını gezmiş ve gezdiği yerleri eserinde anlatmıştır. Buralarda yaşayan toplumların devlet ve toplum yapılarını, inançlarını, adetlerini, farklı coğrafyaların doğal güzelliklerini, eserlerini ve ürünlerini kayıt altına almıştır.
İbn Battûta’nın gezilerini anlattığı eseri Rihletü İbn Battûta olarak bilinir. Lakin nakledilen bilgiler kendisinin eserine, Tuhfetü’n-Nüzzâr fî Garâibi’l-Emsâr ve Acâibi’l Esfâr (Şehirlerin İlginçlikleri ve Yolculukların Tuhaflıkları Hakkında Araştırmacılara Bir Hediye) ismini verdiği yönünde.
Gezi rotasındaki duraklardan Anadolu ziyaretinin özetini seyahatnamesinde şu cümlelerle ifade etmiş:
Bilâd-i Rûm denilen bu ülke, dünyanın en güzel memleketidir. Tanrı güzelliklerini öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir.
Kayıtlarda yer alan verilere göre seyyah Battûta’nın hayatından izler özetle böyle. Tekrar başa dönülecek olursa henüz 21 yaşında bir gençken yol hikâyesi başlıyordu Battûta’nın. Bu güzel başlangıç yolların başlangıcına olan yolculuk ile taçlanıyordu. Yolların başlangıcına, dünyanın kalbine, Mekke’ye.
Yola çıkmadan önce aklını çelmeye çalışanlar oldu tabii ki. “Neleri feda ediyorsun bir düşünsene. Hukuk kariyerin yeni başlıyor, daha 21 yaşındasın yahu.”
Sadece gayesine odaklanan Battûta, kendinden emin bir edayla “öğreneceğim şeylerin kariyerime faydası olur belki” diyordu arkadaşına. Kim ne derse desin o kalbinin sesinin peşindeydi. Ne yol beklerdi gayrı ne de yolcu. Vakit tamamdı. Babası bir at ve biraz altın verdi, ilave olarak hayır duada bulunsa da belki kalbinin bir köşesinden nereden çıktı oğlum şimdi bu uzaklar geçmiş olabilir. Allah bilir. Annesinin ise özenle paketlediği ihramı hediye ederken ne kadar heyecan duysa, gıpta ile baksa da evladına yüreğinde yeşeren sızıya katlanmasının tarifi olmayabilir. Bunu da Allah bilir.
Anne ve babasına bakarken gözleri hafiften nemlenen Battûta, küçük kız kardeşini kucağına alıp alnından öpüyor. Sonra yuvadan uçan kuş misali evinden ayrılıyor. Ne kervan ne de gemi, sadece kendisiyle baş başa çıkıyor yola. Gündüzleri güneş rehberlik ediyor, geceleri yıldızlar yoldaşlık. Yolun ilk zorlu geçidinde bir grup harami ile karşılaşıyor, kesesini çalan reisleri soruyor:
-Genç bir delikanlı Mekke’de ne umut eder?
Hac yeni yerler görmek için bir vesiledir. Mekke’ye varmak, Kabe’yi görmek tüm yolculukların en güzelidir, cevabını veriyor Battûta. Anlamayacaklarını bilse de.
Battûta çölde uzun süren ayların ardından Nil nehrine ulaşıyor. Yapılan uyarılara rağmen Mekke’ye Kızıldeniz üzerinden varmak istiyor. Bu ısrarın sebebi ise rüyasındaki güzergâh olması. Tercih ettiği yol kısa fakat hiç güvenli değil, üstelik kabileler isyan halinde. Kızıldeniz’deki zorluğu hakka’l yakîn görünce kibrinden af dileyip rotasını Şam yoluna çeviriyor. Dımaşk’tan hareket eden kafileyle Hicaz’a gidiyor.
10 bin nüfuslu Şam kafilesini hareket eden bir şehir gibi tanımlıyor Battûta. Mimarlar, doktorlar, şairler hatta arıcıların dahi yer aldığı kafilenin hedefi Medine ve Mekke’ye varmak. Hayranlıkla yaşadıklarını fark eden Battûta’nın kanaati “böyle bir yol kardeşliğini hayal bile edemezdim” şeklinde oluyor.
Çölde devam eden 40 günün sonunda kafile bitap düşüyor, Battûta ateşler içinde fakat ‘asla vazgeçmeyeceğim’ inancında. Ve nihayet Medine’ye varış gerçekleşiyor. Battûta, akşam gökyüzüne bakıyor, hilâlin görülmesiyle yüzü gülüyor. Hacc ibadetine sayılı günler var artık. Sekiz gün içinde Mekke’ye varmaları gerekiyor. Medine’den çıkarken annesinin hediyesini açıyor. Sade ve düz iki beyaz kumaş; hepimiz eşitiz demek, anlamı bu.
Lebbeyk duası ile yola devam ediyor kafile Mekke’ye varana dek. Ailesine veda edeli 18 ay geçmişti. Katetmesi gereken 3000 mil 5000 mil olmuştu. Bir parça rüyasından ilham, daha çok kalbini dönüştürme aşkı ile Kâbe yollarına düşen Battûta sonunda hayalini yaşıyordu işte. Tüm zorluklara göğüs gererek onu yıldırmak için yapılan çeldirici sözlere kulak tıkayarak ulaşmıştı o güne. Asla vazgeçmeden, istikrarla, adım adım hedefine yürüyerek. Ve şüphesiz Rabbin inayeti ve izni ile.
Rüyasını gördüğü, namazda yönünü döndüğü Kâbe’ye adımlar mesafesindeydi artık. Lebbeyk diyordu hâlâ Battûta, işte geldim buradayım Rabbim. İşte bunlar hissiyatım:
İlk olarak kadim haceru’l esved taşını öpüyorum. Kâbe’nin etrafında yedi kez dönerek göklerin hareketlerini aksettiriyoruz. Sanki zamanın başlangıcına seyahat ediyoruz gibi ahenk içindeyiz.
Kendimi etrafımdakilerle “bir” oluyor gibi hissediyorum bizden önce gelip geçmişlerle ve bizden sonra gelecek herkesle.
Hz. İbrahim Kâbe’yi inşa etmeden önce Mekke kurak bir çöldü. Kendisinin ve ailesinin burada geçirdiği imtihanlardan sonra o çöl bir yâd etme yerine dönüştü.
Haccım tamam oldu, kalbim dolu dolu. Yolculuğun zorlukları benim kibrimi kırdı ve gözlerimi açtı..
Kalbinin sesi ile çıktığı ilk hacc yolculuğundan sonra Battûta sekiz yıl içerisinde dönüp dönüp tam beş kez hacc ibadetini ifa ediyor. Çünkü insan özlüyor, çünkü kalbi dönüşsün istiyor yeniden, çünkü yolların başlangıcı, çünkü bu aşkla yolda olanlar ondan önce de vardı ondan sonra da hep oldu ve olacak biiznillah.
Benim başka yolum olmadı demişti meselâ Battûta’dan tam 602 yıl sonra hacca giden Muhammed Esed:
“Benim başka bir yolum olmadı ki zaten; nice yıllar fark etmedim bunu, ama her seferinde Mekke nihai menzilim odu benim. Daha bunun zihnen farkına varmadan çok zaman önce O, ta içimden kudretli bir sesle beni çağırıyordu. Yıllar sonra bu içsel çağrıyı anladığım zaman artık nereye ait olduğumu biliyordum: İslâm kardeşliğinin beni doğduğum günden beri beklemekte olduğunu biliyordum, onunla kucaklaşmaya hazırdım.”
Her başlayan bitiyordu, mühim olan nasıl başladığı ve biterken kişinin hangi hâli yaşamasıydı. Hacc vazifesini tamamlayan kafilelerin Mekke’den ayrılma vakti gelmişti. Batı’ya doğru gidenlerle önce evine döndü Battûta ardından da hikâyesinin peşine düştü yeniden.
O sadece bir seyyah değil insanın evrendeki yürüyüşüne dair algıyı yeniden inşa eden bir öncü oldu. "Seyahat önce seni sözsüz bırakır sonra ise iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür" şeklinde özetlenen hayat felsefesini miras bıraktı yola yazgılı olanlara.
Bugünden bakınca İbn-i Battûta’nın izinde olmak zamanın, tarihin, yolların başlangıcında olmayı hatırlatıyor insana. Bu başlangıç bir döngü aynı zamanda. Ve bu döngü insana hikâyesinin değerli olduğunu öğretiyor. Bir de
3000 mil belki de tahmin edilenden çok daha yakında olabilir. Sadece niyet ederek bir adım atmak gerekir başlamak için. Yeniden başlayanların yardımcısı olan Allah’ın adıyla, her dem yolda olanlara bin selâm.
https://www.dunyabizim.com/ibn-battutanin-izinden-yollarin-baslangicina