İslâm kaynakları (Kur’an, Sünnet ve Sahâbe yorum ve uygulamaları) hayatımıza yansımalı. Hayat tarzımızın İslam olduğu da unutulmamalı.
Ulema, Müslümanlar arasında ittifak noktalarını çoğaltmaktan ziyade ihtilaf noktalarını çoğaltan bir yol izlemişlerdir. Onların hukuk, ekonomi, ahlak gibi sosyal alanlarda yazdıklarına, bu yazılanlarla Müslüman toplumların o alanlardaki gelişme (daha doğrusu gelişememe) tarihine baktığımızda bu ihtilaf yönteminin pratik hayattaki olumsuz etkilerini açıklıkla görürüz.
Günümüzde bir İslâm Aydınlanmasının başarılması için de bütüncül, gayeci ve metodik okuma yöntemini uygulamanın şarttır.
Kur’an’ı doğru anlamak için belli dönemlerde inen ayetler ile o dönemden itibaren muhatap kitlenin (Sahabenin) hayatında meydana gelen değişimleri, yani ayetlerle olgular arasındaki ilişkileri izlemek de gerekir. Mesela –ikisi de “adalet” manasına gelen– adl ve kıst kavramlarını içeren ayetler, bir Müslüman toplumun teşekkül sürecine girdiği Mekke döneminin sonlarında gelmeye başlamış, Medine döneminde devam etmiştir. Bu yıllarda inen adalete ilişkin ayetlerin yeni Müslüman toplumun ticaret, evlilik ve aile hayatı, yargı, şahitlik, kabilelerle ittifaklar gibi sosyal ve siyasi alanlarda ne gibi değişikliklerin meydana geldiğine bakarak, bu bilgilerin toplamından elde ettiğimiz veriler ışığında Kur’an’ı daha doğru anlayabiliriz; böylece Kur’an’ın zengin rahmetinden günümüz için faydalar sağlarız.
Buna ilişkin en dikkat çekici ayetlerin birinde “Elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye yanlarında Kitabı ve mîzânı (hak ve adalet ölçütünü) indirdik” (Hadîd 57/25) buyrulmuş; böylece peygamberlerin ve ilâhî kitapların gönderilişinin en temel amaçlarından birinin toplumda “adaleti ayakta tutmak” olduğu belirtilmiştir. Bu ve benzer ayetlerdeki insan ve toplum odaklı ahlak ve hukuk ilkelerinin Medine toplumunda nasıl bir değişime yol açtığının izlenmesi, genel olarak Kur’an’ın aslî ve evrensel amaçlarının keşfedilmesine çok değerli katkılar sağlayacaktır.
Kur’an’ı böyle okumaya çalıştığımızda onun, insanları, tevhid (özgürce birliğe katılma) ilkesinden beslenen, istişare ve ortak karara önem veren, âdil ve dürüst birey, toplum ve yönetim inşasına çağıran bir yapıya sahip olduğunu görürüz.
İslâm kaynakları (Kur’an, Sünnet ve Sahâbe yorum ve uygulamaları) bütüncül ve metodik bir şekilde okunmadığı için, zamanla hukuk, ekonomi, siyaset gibi dünyevi alanlarda hayatın değişim temposuna paralel biçimde gelişen ve yenilenen hükümler sistematik olarak üretilmemiş, bireylerin yanında devleti de bağlayıcı yasal düzenlemeler yapılamamıştır.
Modern dönemde Müslüman toplumların yaşadıkları en büyük sorunlar devlet-toplum ilişkisindeki gerilimden kaynaklanmakta, bu gerilim hukuktan ekonomiye ve uluslararası ilişkilere kadar pek çok alanda olumsuz sonuçlar üretmektedir. Bu gerçek, kamu hukuku alanının boş bırakılmasının Müslüman toplumlara maliyetini göstermektedir.
Akide Tevhid akidesinin temelidir.
Akide İslam inancının (amentünün) en temel şartı, en sarsılmaz temeli. Allah’a birliğine, benzersizliğine, yaratıcılığına iman; Tevhid akidesinin temeli.
Peygambere iman ise tevhid akidesinin sütunudur. Temel olmadan bina inşa edilemez. Sütun olmadan bina ayakta duramaz, çöker. Peygamber inancı; tevhid inancının sigortasıdır. Nübüvvet fikri ve inancı olmayan hiçbir din tevhid inancını da insanın özgürlüğünü de koruyamaz. Nübüvvet fikrini ve inancını yitiren bir din, paganlaşmaktan kurtulamaz.
Kişiler dini inancını; kendi kafalarına zihin setlerine, keyiflerine, Kur’an-ı Kerim ifadesiyle heva ve heveslerine göre tahrif etmeleri önlemez.
Peygamber Efendimizi hayatın dışında tutmak sadece tevhid inancının korunmasıyla sınırlı değildir. İnsanın özgür iradesini ve özgürlüğünü koruyabilmesi, insanlığın yararına kullanabilmesiyle de yakinen ilgilidir.
Nübüvvet fikrini yitiren bir din; tevhid inancını yitirir. Tevhid inancını yitirirse, insanın özgür iradesini ve özgürlüğünü yitirmekten kurtulamaz. İnsan; Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının mazhargâhı ve alemin ruhu olan bir varlıktır. Bunun yegâne ve kâmil misali alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizdir.
İslam; bütün boyutlarıyla aynı anda kâmil manada Peygamber Efendimiz tecelli ve tezahür eder. Yeryüzünün Allah’ın rahmetinin kaplaması, Peygamber Efendimizin rahmet elçisi olması ve bütün alemlere rahmet olarak gönderilmesi sırrının eseridir.
İslam’ın farkı; Nübüvvet İnancı İslam’ın bütün diğer dinlerden, kültürlerden düşünce geleneklerinden ayrılan en temel yanı, farkı (nübüvvet fikri ve nebevi usulün) yön tayin edici şaşmaz gerçeğidir. (İstikamet) Nübüvvet fikri; dinin tahrif ve tahrip edilmesini önler. Yaratıcı ile yaratılan arasındaki ontolojik farklılığın alt üst olmasına, insanın tanrılaşmaya kalkışmasına yol açan bütün yolları tıkar. Yaratıcının, yaratılan insanın ve kâinatın ontolojik konumlarının altüst olması esas itibarıyla akidenin korunmasının yegâne şartıdır.
İslam; insanın özgürlüğünü teminat altına alır, onu her türlü esaret ve zulümden kurtarır.
(Prof. Mustafa Çağırıcı’nın makalelerinden istifade edilmiştir.)
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/dusunce-notlarim-49615.html