Bir Müslümanın nasıl bakması gerektiğine dair bir teklifte bulunan her Müslümanın kaçınılmaz olarak mutlakçı bir dil kullanmak gibi bir tehlikesi olduğundan bahsettik. Doğrusu dini dil, gramatik olarak böyle bir mutlaklığı içerir. Birçok sosyolog bu dili nesnelci bir dil olarak fundamentalizmin çıkış kaynağı da saymıştır. Tabii sadece Müslümanlara özgü olmayan bir kaynak bu, hatta en yüzeysel değerlendirmede bile bunun en az etkilediği dinin İslam olduğu bile görülebilir.
İslam tarihinde bu nesnelci dilin Selefilik gibi bir tezahürü olmuşsa da Selefi olmayan, sözümona daha hoşgörü iddiasında bulunan bazı sufi çevreler gündelik hayat pratikleri ve yorumları konusunda Selefilerden daha da kesin, mutlak ve dışlayıcı bir yorumu benimsemişlerdir. Mesela, Türkiye’de Ehl-i Sünnetçilik adına ortaya konulan dışlayıcı dil ve pratikler bu açıdan enteresan bir model ortaya koyarlar. Aslında tarihsel olarak Ehl-i Sünnet olarak gelişmiş anayol İslami çizgi tam da yorum farklarını da tanıyan ve takdir eden bir sağduyu, bir bilgelik tutumu olarak temayüz etmiştir. Buna rağmen bugün bu yolu kendi tarihsel ve indi görüşleriyle kapatmaya çalışan yorumların ortaya koyduğu pratik, tipik bir din esnaflığından başka bir şey değil.
“Müslümanın nasıl bakması gerektiği” sorusunun çok önemli ve bir Müslümanın her durumda varoluşunu belirleyen en önemli soru olduğunu söylemiştik. Biraz daha inceltelim ifadeyi: Belirleyici olan bizatihi böyle bir soruyu sorduran kaygıdır, arayıştır. Yoksa bu soruya verilecek cevabın farklılaşabileceği, insanın bilgisine, yaşına, cinsiyetine, kültürüne göre boyutlanabileceğini herkes bilir. Yani bu veya başka birçok konuda Müslümanlar için ihtilafın caiz olduğunu söylememiz gerekiyor.
Muhammed Arkoun, Fransa entelektüel ortamında aydınlanmış kafa yapısıyla dönüp Müslüman tarihinde insanların birçok konuyu düşünemediğinden, hatta “düşünülemez alanlar” olarak kapatıp o mahrem alanlara hiç girmediklerinden bahsettiğinde kendisine rahatlıkla “mesela hangi konuda?” sorusu sorulup meydan okunabilirdi. Tarih boyunca Müslümanların düşünüp de tartışmadıkları bir tane bile mesele olmamıştır. İslam tarihinin belli dönemlerinde iktidarların işgüzarca etkileriyle bazı konular üzerinde bazı kapatmalar oluşmuş olabilir ama bunların etkisi çok dönemsel olmuş veya aynı dönemde veya önceki veya sonraki dönemlerde o konular başka Müslüman düşünürler tarafından yine cesaretle, özgüvenle ve bütün boyutlarıyla tartışılmıştır.
Bilakis Müslümanların ihtilaflarından yola çıkarak Müslüman düşüncenin kendi içinde bir tutarlılığı olmadığını, fazla çeşitlendiğini iddia eden oryantalist veya öz-oryantalistler daha çok olmuştur. Bugün bile İslamcılığın belli konularda tek bir görüş ortaya koyamadığını söyleyenler acaba nasıl bir İslamcılık arayışı içinde olabiliyorlar? Mutlakçı bir İslamcılık profili mi istiyorlar?
İslam medeniyetinin her yerinde ortaya çıkan dinsel veya mezhepsel çoğulculuğu ifade eden “mozaik toplum” metaforunu, İslam’ın kültürlere nüfuz edememesinin bir sonucu olarak gören oryantalistler olmuştur. Batı medeniyetinin tarih boyunca oluşturduğu homojen toplum yapılarının ne pahasına oluştuğunu gözden kaçıran bir iddia bu tabii. Pahası homojen bir toplum oluşturmak için uygulanan kanlı baskılar, aforozlar, engizisyonlar, katliamlar ve tehcirler olmuştur. Mozaik toplum algısının arka planındaki gerçek ise Müslümanların farklı olanı kendilerine dönüştürmedeki zafiyet değil, bilakis Müslümanın sözümona “öteki”yi “öteki” olarak kabul edebilme kapasitesi olmuştur.
Yine mesela İslamcılığın yetmişli veya seksenli yıllardaki “devrim”, “İslami devlet”, “İslami hükümet” gibi iddialarına bugün o zamanlardaki gibi sahip çıkmadığından yola çıkarak İslamcılığın sonunu yazmaya büyük bir hevesle atılanlar tarihsel bir İslamcılık görüşünü mutlaklaştırmanın peşinde değiller de ne yapıyor olabilirler?
Kaldı ki o yılların İslamcı söylemlerini bile doğru dürüst okuyabildiklerini hiç sanmıyoruz. İslami devlet tartışmaları yapıldığında bile bunun ne anlama geldiği hususunda itiraz eden bir yığın tartışma biliyoruz. İslamcı düşünce kendi içinde hiçbir zaman yeknesak ve bütün zamanlar için tek bir model üretmedi. Toplamda bir iddiaydı ama bu iddia içinde her zaman yoğun bir tartışma da ihtilaf da vardı. Toplamda kendi varoluş nedenini ve anlamını hiçbir zaman tüketmeyen ve yok etmeyen bir iddia ve ihtilaf.
Neticede İslami devlet veya İslami hareket veya siyasal İslam’ın bütün tezahürlerinin en temel iddiası Müslümanın Allah’a ve sadece Allah’a kul oluşu. Tarihsel gerçekliği ve arayışı ise işgal ve sömürgeciliğe karşı bir direniş veya isyan idi. Bugün dünya ölçeğinde İslamcılığı var eden emperyalist işgal ve sömürgecilik koşullarının yok olduğunu kimse söyleyemez. Hâlâ İslam dünyası işgal altındadır. Sömürgecilik; topraklarına, zenginliklerine, zihin ve iradelerine kadar her şeyi kuşatmıştır.
Bugün İslamcılığın şu veya bu kertede nasıl bir dönüşüm yaşıyor olduğuna dair değerlendirmeler işgal ve sömürgecilik boyutunu ihmal ederek ne Müslümanlara ne İslamcılara dair hiçbir şeyi anlayamaz. Müslümanların gerçekten neler yaşıyor olabildiğini ve hangi davranışlarının nasıl bir fıkıhtan kaynaklanıyor olabileceğini asla anlayamaz. İşgal ve sömürgecilik boyutunu ihmal ederek yapılan yorumlar zihinlerdeki işgal duvarlarını biraz daha kalınlaştırmış oluyorlar sadece, bilerek veya bilmeyerek. Hele bu değerlendirmeleri yapanlar İslamcılığın içinden kişisel tecrübeleriyle, paylaşım sorunlarıyla, travmalarıyla, inanç yitimleri ve öfkeleriyle karşı tarafa sığınmış olanlarsa. Bu insanların öfkeli itirafçı söylemleri İslam’a ve Müslümanlara dair söylediklerinin neye tekabül ettiğini herkes bir şekilde kendi duruşuna göre ayrıca değerlendirmektedir. Sığındıkları düşman kamplarda bu ifadelerin gördüğü rağbet elbette şaşırtıcı değil. Herkes kendi yolunu, tarzını haklılaştırmanın peşindedir.
Arkoun’un peşinden gidip Müslümanlara dair düşünülemez alanların bolluğu cihetinden hayal kırıklıkları ifade edenlerin sığındıkları Kemalist limanda neyi düşünmeye cesaret edebileceklerini merak ederiz tabii. Kemalizme dair en temel soruları, tam da o limanda sormaya, üzerinde düşünmeye, tarihin gerçeklerini kurcalamaya aynı rahatlıkta cesaret edebilirler mi?
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yasin-aktay/muslumana-nasil-bakilamaz-4703098